Demokrasiye İlk Adım ve İlk Demokratik Açılım
Başta “açılımlarla yaratılan hayal kırıklığı ve hüsrandan ibaret sonuçları ile toplumu içine çekildiği tartışmaların” zirve yaptığı bu dönem olmak üzere; Genelde Ocak ayının ilk haftası ile Mayıs’ın 14’ü Cumhuriyet tarihi ve demokrasi yönünden çok önemli ve bir o kadar da anlamlıdır.
Çünkü kuruluştan bu güne, bütün dönemlerin “en büyük ve tek gerçek açılımı” 1946 yılı Ocak ayının ilk haftasında yapılmış; 14 Mayıs 1950 ‘Beyaz İhtilâl’i ile de, bu açılımın sonuçları alınmıştır. Bu açılımın esas kaynağı ve dayanağı, 1922 yılında:
“Bilinmelidir ki, Türkiye Cumhuriyeti, Demokrasi esasına dayalı bir Devlettir” ve “Demokrasi, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin sınırsız bir yetkiye sahip olması demek değildir" diyen Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’tür.
1929’da ise, bu sözlerini: “Demokrasi esas itibarıyla, siyasi niteliktedir. Bir ilim, fikir ve fen’dir. Ferdi ve eşitlikçidir. Demokrasinin bu esas ve istinatlarına göre, tüm vatandaşlara siyasi hürriyet ve çalışma hakkı, teşebbüs serbestisi sağlamak; Bilim, sanat, ahlâk gibi fikri sahalarda gelişmesiyle ilgilenmek ve milli egemenliğe, usullere uygun olarak katılmalarını, aynı siyasi haklara sahip olmalarını sağlamaktan ibaret noktalar ve devletin bütün vatandaşa karşı başlıca vazifelerinin sınırını gösteren işaretlerdir” açıklaması ile tamamlar ve bütünler. (1929 – Medeni Bilgiler ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, Prof. A. İnan)
Mustafa Kemâl Atatürk’ün en büyük sevdası, emeli, ideali cumhuriyet’i demokrasiyle buluşturmak, birleştirmek ve bütünleştirmekti. O, bu konuda yüksek bir azim-irade ve mutlak kararlılığa sahipti. Ancak, bu emel, ideal ve en değer verdiği proje, vefatından sonra, 07 Ocak 1946’da fiilen başladı; Çok zorlu, çetin ve ağır şartlar altında güçlükle yürütülen 4.5 yıllık bir mücadele sonucu 14 Mayıs 1950’de hayata geçebildi. Atatürk, yaşadığı dönemde demokrasiyi yaşattı, ama ne yazık ki, kurumlaştığını göremedi….
DEMOKRASİNİN AYAK SESLERİ
14 Eylül 1923’de, Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) İsmet Paşa, Celal Bayar, Recep Peker, Refik Saydam ve Prof. Fuat Köprülü tarafından kurulan Halk Partisi’nin; İsmet Paşa etrafında yuvalanan bir takım yönetici ve üst bürokratlar cumhuriyeti tahkim (sağlamlaştırma) ikame ve idame, demokrasiyi kurumlaştırma konusunda:, Cumhuriyet ilân edilerek devletin kurulmasından sonra bir isteksizlik, olumsuzluk ve dönem itibarıyla garip, tuhaf bir tutum içine girdiler...
Bunun üzerine, Demokrasiyi ihdas, ikame ve ihya konusunda kararlı olan Mustafa Kemal, inisiyatif kullanarak; 1924’de, Ali Fuad Cebesoy önderliğinde, en güvendiği kader arkadaşları; Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Adnan Adıvar, Rüştü Paşa, İsmail Canbolat, Sabit Bey, Ahmet Muhtar, Halis Turgut, Necati Kurtuluş, Mersin Mebusu Besim Bey, Erzurum Mebusu Faik Günday ve Sabit Bey’lere “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası”nı teşkil ettirdi, kurdurttu.
Kuruluş amacı İnsan hakları, adalet ve demokrasi olan parti, İsmet İnönü ve yandaşları tarafından “çok tehlikeli bir rakip” ve potansiyel “demokrasi sevdalısı” olarak görüldüğünden; Cumhuriyetin Reisi, Büyük Önder Gazi Mareşâl Mustafa Kemal’e rağmen akla-hayale ziyan menfur oyun, düzen, tuzak, komplo ve kumpaslar sonucu 03.Haziran.1925’de kapattırıldı.
Ancak O, demokrasi aşığı Mustafa Kemal Atatürk yılmadı.
Beş yıl sonra, 12 Ağustos 1930’da; Ali Fethi Okyar ve Samet Ağaoğlu’na “Serbest Cumhuriyet Fırkası”nı kurdurttu. Kız kardeşi Makbule Hanım ve üç yakını ile Halide Edip Adıvar’ı da müteşebbis heyet olarak bizzat görevlendirdi. Fakat bu Fırka’da, malum ve menfur husumet grubu, tefrika ve fesatçı İsmet Paşa’nın gizli cunta, sulta ve avenesinin iğrenç furya, komplo, kumpanya, iftira ve çirkin kumpaslarına fazlaca dayanamadı. Başkaca bir yol ve çaresi kalmadığından 17 Kasım 1930’da kendini feshederek siyasetten çekilmek zorunda bırakıldı.
Yani Atatürk, bütün iyi niyet ve samimi teşebbüslerine rağmen, en önemli ve en hayati projesi olan: “Cumhuriyet ile taçlanmış; Demokrasi ile mündemiç” dört başı mamur ve müreffeh, birinci sınıf dünya devleti bir Türkiye’nin; Namuslu, erdemli, onurlu, sorumlu, dürüst, demokrat ve ehil ellerde hayat bulduğunu, ahir ömründe göremedi.
Çünkü buna izin verilmedi. Ta ki, 7 Ocak 1946 ve 14 Mayıs 1950’ye kadar!..