“Demokrasisiz” Cemaat ve Hükumet Kapışması
2007’de Ergenekon süreci başladığında, politik tutum belirlemekte hiç zorlanmadım. Askeri vesayet, pratikteki adıyla darbeciler, politik yaşamın dışına atılmalıydı, dünyanın hiçbir gücü beni bunun tersine ikna edemezdi. Günlük yaşamımdaki tutumumla, yazılarımla buna uygun davrandım, darbe anayasasının bir yerlerinden yırtılmaya başlandığı referandumda “yetmez ama evet” dedim, değişiklikler Kürtleri yok saymaya devam ettiğinden, Kürdistan’da boykotu destekledim. Benim tutumum, demokrasi mücadelesini ilerletmek için o dönemde alınması gereken doğru bir tutumdu ve bundan hiç pişmanlık duymadım. Duymadım, çünkü darbecilerin politik yaşamın dışına çıkmasıyla, kapitalist aç gözlülüğün biteceğini, AKP’nin yetmiş milyona bir cennet sunacağını aklımdan bile geçirmedim. Bunu aklımdan geçirmememde “modern kapitalizmin” alasının yaşandığı Almanya’da 25 yılda gördüklerim mi, yoksa o ülke vatandaşları sakallı Marks ve Rosa’dan okuduklarım mı daha etkiliydi bilmiyorum. Ama darbeciler gittiğinde geriye kalan sivil kapitalist devletin de “bela” olduğuna ikna idim.
Otuz yıldır bu coğrafyanın en temel sorununun Kürt Sorunu olduğunu, bu sorun çözülmeden hiçbir sorunun köklü olarak çözülemeyeceğini her aklı başındaki insan gibi ben de biliyordum. Askeri vesayetçilerin bu sorunu bitirmek bir yana, devam ettirmek için ellerinden geleni yapacaklarını da.
Darbecilerin devre dışı kalmasından bir süre sonra, birçok iniş çıkış ve dalgalanmaların ardından, hükumet konuyu gündemine alıp bir süreç başlatmak zorunda kaldı. Darbeciler, onlara umut bağlamış Kemalist - ulusalcı elitler bundan hiç hoşlanmadılar, ama insanlar savaştan öylesine bıkmıştı ki, açıktan tavır almaya da gözleri yemedi, halen pusuda bekliyorlar.
Politikayı yüzlerce ifade ile tanımlayabilirsiniz, bana göre bir tanımı da güçler arası bilek güreşidir. Hükumet Kürtlerle barış masasına oturduğunda bir bilek güreşi başlamıştı, o güreş devam ediyor. Hükumet Kürtlerin bileğini yere yatırıp kendi koşullarını dayatmaya, Kürtler ve gerçek demokrasi güçleri de bileğini büktürmemeye çalışıyor. Ben Kürtler ve demokrasi güçlerinin bileğini güçlendirmeye çalışanlardanım.
Esas konuya gelene kadar çok konuştuğumun farkındayım, ama bunları söylemeden lafı bağlayamazdım.
Hükumetle cemaat arasında patlak veren son krizden sonra olayları, yukarıda özetleme çalıştığım bir bakış açısıyla anlamaya çalıştım. Demokrasi adına taraf olabileceğim noktalar aradım, yoktu. Gelecek yıllarımızda kaderimizi belirleyecek önemdeki barış sürecine dair tek laf edilmiyordu, eğitimden sağlığa, genç işsizlerden çevre sorununa kadar onlarca can alıcı konu gündemde yoktu, on milyar dolarlarla ifade edilen gelir kapıları, dershaneler aracılığı ile kontrol edilen milyonlarca genç konuşuluyordu daha çok.
Taraf Gazetesi MGK tutanaklarını açıklayarak, milyonlarca insanın bilgi edinme hakkını yerine getirdi, bir gazetecilik eylemi olarak, sonuna kadar savunuyorum onları. Milyonlarca insanın kaderini belirleyen devlet kararları “sır” olamaz, bunu “sır” olarak savunanlar devletlerinin “halka rağmen” var olan bir yapı olduğunu göstermiş olurlar sadece. Gazetecilik eyleminin dışında, politik olarak, bu kapışmada taraf olmak, bana göre, mümkün değil.
Eğer hak ve özgürlükler konusunda konuşmaya başlarlarsa –ki hiç umudum yok- o zaman ben de fikrimi söylerim.