Demokrasinin Tecellisi-Akıl ve Bilim
Şu milli iradenin tecellisi için ha bire sandığın gösterilmesi, işaret edilmesi üzerine düşünüyordum nicedir. Nicedir “halkın yönetime katılımının sağlandığı” bir sistem olarak demokrasilerin amacı iktidar seçmek mi, yoksa en marjinal bireyin dahi “yaşama hakkını”, “mutluluğu arama hakkını”, “kendini ifade edebilme hakkını” güvence altına almak mı olduğunu düşünüp duruyordum.
Toplum homojen olsa yani dil, din, etnik, sosyolojik ve hatta kuşak farkları olmasa, yani bir tornadan çıkmış gibi olsa zaten sorun olmazdı. Sandıktan çıkan yöneticiler de iktidarı bir nöbet yeri addederler, yine sandık sonucuna göre iktidarı yeni gelenlere teslim ederlerdi. Zaten bir dönem antik Atina site demokrasisinde aşağı yukarı bu anlayış varmış: Her Atinalı için yönetimde (iktidar) görev almak kamu hizmeti olarak görülür ve zorunlu imiş.
Bir tornadan insan çıkarmak, özü itibariyle, zaten totaliter rejimlerin özlemi olduğu için bu demokrasinin tercihi, sorunu ve hedefi değildir. Demokrasinin en başta hedefi “yönetici” seçmek değil, asıl hedefi insan ve hakkaniyettir. Bireyin, toplumsal barış içinde biyolojik ve ruhsal ihtiyaçlarının yine toplumsal adalet anlayışı ile karşılamaktır.
Hal böyle olunca, sandıktan çıkan milli irade, toplumdaki en marjinal (aykırı) insanın yeme-içme, güvenlik, esenlik, çalışma hayatı, estetik, sanatsal, ekonomik vs. ihtiyaçlarını “hakkaniyet” (hak ve adalet) duyarlılığı ile karşılayamıyorsa tecelli etmiş olacak mıdır? Şöyle de geveleyebiliriz, toplumdaki en marjinal birey, kendisinin marjinal beklentilerinin iktidarca karşılanmamasının, tüm hakkaniyet ve liyakat hassasiyeti gözetilmesine rağmen karşılanamadığına; karşılanmaya çalışılması durumunda kendisinin de içinde yaşadığı toplumda toplumsal barışın bozulacağına “ikna” edilirse, milli irade tecelli etmiş olur mu? Bence işte o zaman milli irade tecelli etmiş olur, ki demokrasi aslında iktidarların yönetilenleri, cebir kullanmadan, “ikna” etme sanatıdır. Demokrasilerde bu ikna sanatının dayanağı ne iktidar sopası nede tanrı korkutmacasıdır, akıl ve bilimdir.
Yukarıdaki paragraftaki “özlemleri” bir nebze kuzey Avrupa demokrasilerinde görmek mümkün; nispeten az bir nüfuz, nispeten coğrafi olarak yalıtılmış sınırlar, ulaşılmış bir toplumsal refah, temsili demokrasi içinde siyasi partilere nüfuz edebilen (irade iletebilen) sivil toplum örgütleri… Ve sandıktan çıkan iradeye herkesin saygı duyması…
Ortadoğu coğrafyasında; dünyanın enerji bölgesi ve enerji koridorlarının ortasında, bölgeler arası ekonomik, kültür ve mezhep farklarının olduğu, çok dilli, çok dinli, çok milliyetli imparatorluk bakiyesi bir ülkede, demokrasi yoluyla milli iradenin tecellisi de zor ve sorunlu oluyor işte…
İktidarlar ister pozitivizme yatkın olunlar ister metafiziğe, isterse her ikisine de, akıl ve bilim, iktidarların icraatlarının turnusol kâğıdı olacaktır. Şöyle de iddialı ve okkalı bir çıkarımda bulunabiliriz: Demokrasilerde, daha doğrusu içinde insanın yer aldığı hiçbir “şey”de “mutlaklık” yoktur. Herhangi bir şekilde veya sandıkta tecelli eden milli iradenin mutlaklığının (çoğunluk diktası) önündeki en büyük engel de, akıl ve bilimdir. Dedik ya, ikna, meta veya metafizik bir korkutmaya değil akla ve bilime dayanmalıdır (Mısır darbesi sanki biraz da buraya oturuyor..)
Sonuç itibariyle, demokrasi iktidarları seçmenin aracı olarak algılanırsa demokrasi şekilden, nicelden ve seçim tekniğinden öteye gidemez. Yok, eğer demokrasinin asıl hedefi insan ve hakkaniyet ise, en azından ortalama bir muhalif bireyin de liyakat ve adalet ilkeleri çerçevesinde yaşama hakkının gözetilmesi gerekir. Bu demokrasinin niteliğidir. Tekrarlarsak, yönetimler (iktidarlar), insanların sadece biyolojik ihtiyaçlarını karşılamak, güvenliğini sağlamak zorunda değil aynı zamanda esenlik, estetik, sanatsal, edebi, felsefi vs. ruhsal ihtiyaçlarını da gözetmek veya bireyin bu ihtiyaçlarını karşılayacak kanalları açmaktır. Yoksa bir iktidarın hacıağadan ne farkı kalır ki: “Ula yediğiniz önünüzde, yemediğiniz ambarınızda, garı deyu tutturdunuz, everdik! Daha ne istirsiniz lo, allahtan belanızı mı istiyirsiniz?!!” Yani demokrasilerde yöneten yönetilen ilişkisi ağa-maraba ilişkisi değildir. 18.07.2013