Demokrasinin de Sesini Kesin
Bandırma’nın kanaat önderlerinden bir hukukçu ile konuşuyorum... Diyor ki; “Bizim ülkemizde demokrasinin Avrupa kriterlerinde yerleşebilmesi için en azından 200 yıl geçmesi gerekir!..”
Doğru söze ne denir ki? Gerçekten doğru.
Eğer, şu ortamda demokrasi ile idare edildiğimizi kim iddia ediyorsa, vallahi de billahi de yalan konuşuyor.
Bunu bilirim, hep bunu söylerim. Bizdeki demokrasi ise Amerika’da, İngiltere’de, diğer gelişmiş ülkelerde uygulananın adı da başka olmalı...
Yıllar yılı söylenir demokrasi çok seslilik rejimidir diye, ama her nedense bunu söyleyen önce kendisi inanmaz, söylediklerine...
Bir zamanlar düşünce özgürlüğü diye diye neredeyse davul zurna çalıyorduk, ama bir de baktık ki hapishaneler düşünce özgürlüğü suçu işleyenlerle dolmuş, taşıyor!..
Herhalde, düşüncesinden dolayı bu kadar kişiyi demirparmaklıklar arkasına atmayı uygun gören ender ülkelerden biriyizdir.
Dünya literatürüne “düşünce suçlusu” diye bir deyimi hediye eden bir ülke olduğumuzu da unutmayalım bu arada!..
Baktık olmuyor, bu kez de ifade özgürlüğü deyimini buluverdik!..
Sırf, “düşündükleri” için suç işlediklerini öne sürmeyelim, Avrupa’ya rezil olmayalım diye, ifade özgürlüğü, ifade hürriyeti gibi bugün halen ne anlama geldiğini dahi bilmediğimiz bir deyimler zinciri oluşturup, düşüncesini ifadeye eden, açıklayanları tıkmaya başladık hapishanelere...
Yahu, öyle de böyle de bu insanları sonunda düşüncelerinden dolayı içeri tıkacaksak, neden olmadık ümitler veriyoruz ki insanlarımıza?
Düşünce özgürlüğüne, ifade özgürlüğüne, bir başkasını karalamamak, namus ve haysiyetiyle oynamamak, iftira atmamak, cumhuriyete ve devlete ağır hakaretler içermemek koşuluyla gerçek anlamda özgürlük tanınmasından yanayım. Ama kanaat önderi hukukçunun dediği gibi, bizim bunları görmemiz çok zor.
Demokrasilerde, çok sesliliği istiyorsak, -ki ben bundan da emin değilim- bunun için basın özgürlüğünün de ön planda tutulması gerekir.
Bakın, basının özgür olduğu ülkeler, demokratik açıdan en gelişmiş ülkelerdir. Oradaki basında, ister düşünce özgürlüğü deyin, ister ifade özgürlüğü deyin, alabildiğine kendini anlatma imkanına sahiptir. Ve, yine bu özgürlüklerini de alabildiğine, hiç kimseden korkmadan kullanabilirler.
Bizde, adı vardır, uygulaması yoktur.
Her ne kadar zaman zaman basın özgürdür, engellenemez gibi kendi kendimizi tatmin etmekten başka bir işe yaramayan yazılar yazsak da, kimi siyasetçiler de, basının özgürlüğüne yönelik kamuoyunu aldatmaktan başka bir anlam taşımayan açıklamalarda bulunsa da, Türkiye’de basın özgür falan da değildir.
Belki yeri, belki değil, ama aklıma gelmişken, mahkeme aşamasında görülmekte olan dava ile ilgili olarak yorum yapılamamasını, çok detaylı olarak haber amaçlı kullanılamamasını da anlayabilmiş değilim.
Hani, diyorlar ya mahkemeyi etki altında bırakacak herhangi bir açıklama, yorum, haber vs. yapılamaz diye...
Allah aşkına, bizde mahkemeler, yargıçlar, bu kadar kolay etki altında kalabiliyor mu?
Önlerine en ince detayına kadar cumhuriyet savcıları tarafından araştırılıp soruşturularak, hazırlanan dosyalar geliyor, onunla yetinmiyorlar, üstüne üstlük bir de kendileri sorgu sualden geçiriyorlar, bunlardan etkilenmiyorlar da, basında çıkan haber ve yorumlardan mı etkileniyorlar, hep merak etmişimdir!..
Tabii bir de ne şekilde etkileniyorlar?
Doğrusu, bana göre böylesine bir yasaklama, önce Türk adalet sistemine, ardından da bu sistemin en önemli mekanizmasını oluşturan hakim ve savcılara güvenmemek demektir. Yani, onların verdiği kararları, etki altında kalarak verdiklerini kabul etmek anlamına gelmektedir.
Ve, iki haber üç yorum ile etki altında kalabileceğine inandığınız insanları neden böylesine son derece önemli görevlere getirirsiniz ki?
Madem getiriyorsunuz, bu insanların ne olursa olsun, hiçbir etki altında kalamayacağını düşünmek çok zor mu?
Anlaşılan, bizim ülkemizde halen bir güven sorunu, halen bir güven bunalımı yaşanıyor. Devlet bile kendi adli mekanizmalarına güvenmekte zorlanıyor, onları bir kalemde böylesine harcıyor.
Gelelim, demokrasinin diğer bir olmazsa olmazını oluşturan olguya... Basına...
Hani diyorlar ya, demokrasilerde kuvvetler ayrılığı vardır ve bu erkleri de yasama, yürütme ve yargı oluşturur. Basın da dördüncü güçtür...
Hatta birileri de iddia eder, basın zaman zaman bu üç gücün önüne geçip, birinci güç olduğunu ortaya koyar diye...
Ben böyle bir basın gücüne inanmıyorum.
Evet, basın güçtür, ama kamuoyu adına doğruların, gerçeklerin gösterilmesi, ortaya konulması adına bir güçtür. Yoksa, herhangi bir yaptırımı olan bir güç falan da değildir.
Belki kimileri kendilerine durumdan vazife çıkartarak, haddini bilmeden kendini bu üç erkin önünde görebilir. Bu yönde bir takım yayınlar yapabilir. De, nereye kadar etkili olabilir?
Yine, kimilerinin iddia ettiği gibi bir takım darbeleri, bir takım hükümet düşürülmelerini, bir takım hükümet kurulmalarını basın organize ediyormuş!..
En belirgin örneğini de, koalisyon hükümeti zamanında Almanya’da yapılan pazarlıklar olarak gösteriyorlar ya!..
Aslında, orada siyasetçilerin basiretsizliği, dış güçlerin etkisi olmasaydı, basın ne yapabilirdi ki?
Neyse aslında bugünkü konumuz bu değil, benim asıl değinmek istediğim, demokrasilerin olmazsa olmazlarından biri olan basının, ama yerel basının son zamanlarda susturulmaya yönelik girişimlerine karşı, okurların da üzerine önemli görevler düştüğü ile ilgili olacak.
Hemen yan sayfada Balıkesir Gazeteciler Cemiyeti’nin bir açıklaması var. Mutlaka okumanızı öneririm. Dünkü sayımızda da, Cemiyet Başkanı Ramazan Demir’in konu ile ilgili geniş bir açıklaması yayınlanmıştı.
İşte, hükümet şimdi ülke için önemli bir görev üstlenen yerel basını susturmaya yönelik bir takım girişimlerde bulunuyor. Bir takım kanunları yürürlüğe koyarak da, bu amacına adım adım ulaşmaya çalışıyor.
Herkes biliyor ki, bugün yerel basın ayakta durabilmek için, resmi ilana ihtiyacı var. Aksi takdirde, bu zor koşullarda, yaşamlarını sürdürebilmeleri mümkün değil.
Aboneliklerle, bayram ve yılbaşı ilanları ile, ya da kırk yılda bir açılacak yeni bir takım işletmelerin verecekleri teşekkür ilanları ile yerel basının yaşamasını kabul etmek, Türkiye gerçeklerini görmemekle eş değerdedir.
Çünkü, bizlere ilan veya reklam veren esnafın durumu ortada. Onlar bizden beter can çekişir durumda. İşadamları deseniz, ya yaygın basını tercih ediyor, bizleri görmezden geliyor, ya da yılda bir kere büyük pazarlıklarla reklamlarını veriyor.
Sonuçta, yerel basın organları da birer ticari işletmedir. Bizler de hava ve su ile yaşayamayacağımıza göre, bizlerin de gelirleri olması şart. Yerel basında hiç kimse, yaygın basındaki gibi binlerce dolar maaşla çalışmıyor. Sigortalı olanlar asgari ücretle, en kabadayısı ise ise bir iki bin lira maaşla yaşamını sürdürmeye çalışıyor.
Yerel basın, bugün yaygın basına göre çok daha önemli görev üstleniyor, ülke genelinde. Halkın sesini, kamuoyunun beklentilerini en iyi dile getiren yine yerel basındır.
Bir yaygın basın gazetesi ile bir yerel basın gazetesini alın karşılaştırın. Kendinizi en çok hangisinde bulacaksınız? Her ne kadar bölge sayfaları olursa olsun, üstelik.
İhale yasa tasarısının yasalaşması halinde, işte sizlerin sesi, soluğu olan bu yerel basın organları birer ikişer kapanıp, bizler ile birlikte sizlerin de sesinizin, soluğunuzun kesilmesi amaçlanıyor.
Eğer ki, bu ülkede demokrasinin yeşermesini, demokrasinin kök salmasını istiyorsak, yerel basının sesinin kesilmesine, yaşamlarına son verilmesine sizlerin de sessiz kalmaması gerekir.
Yok eğer, “Ben demokrasi falan istemiyorum, demokrasi bizim ülke için lüks bir yönetim şeklidir” diyorsanız, o başka!.. Hiç sesinizi çıkarmayın...