Demokrasi Yalanı ve Aleni Sahtecilik
Haziran seçimleri yaklaşırken, İktidar ve Muhalefet ağız birliği yapmışçasına Anayasa değişikliğinden söz etmelerine rağmen, hiç kimse, ne Seçim ve Siyasi Partiler Kanunları’nın demokrasi ile bağdaşmadığından ve ne de Anayasa'nın I., II., IV. ve VI. maddelerine aykırı olduklarından bahsetmemektedir.
Anayasa, madde 6: "Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eli ile kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümre veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa'dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz." der.
Buna paralel “tamamlayıcı ve bütünleyici bir unsur” olarak da, TBMM Genel Kurul salonu ön cephe duvarı ve kürsü üst hizasında “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazısı yer alır. Maksat: Milletvekillerinin gözüne, gönlüne, alt ego ve şuuruna hitap ederek, bu ilke ve esasın daima yaşatılmasını, uyulmasını ve gözetilmesini sağlamaktır.
PEKİ, YA GERÇEK!...
Bu emredici hükme rağmen, egemenlik ve demokrasi nasıl işletilmekte?
Parayı bulan (genellikle yurt dışından) hemen bir Siyasi Parti kurmaktadır.
Bunun en güzel örneğini son günlerde basına yansıdığı şekli ile Bedrettin Dalan'ın ANAP'ın kuruluşu ile ilgili açıklamalarında görüyoruz. "Turgut Özal Amerika’dan dönerken kuruluş için gerekli paranın yarısını getirdi, diğer yarısını da ben tamamladım partiyi kurduk."
Bu şekilde kurulan partiler çok çabuk gelişmekte ve derhal ülke çapında organize olup teşkilatlanabilmektedirler. Ama bir kısım idealistin çok kısıtlı imkânları ile kurdukları partiler ise, Tabela Partisi şeklinde kalmaya ve marjinalleşmeye mahkum olmaktadır.
Bir diğer grup ise, eski Siyasi Partilerin enkazı üzerinde tutunmaya çalışan, çeşitli değişikliklere maruz kalan ve halktan kopuk bir kısım elit’in adres belli olsun kabilinden yönetimlerinde söz sahibi oldukları, çocuklarını veya yakınlarını siyasete ısındırmak için kullandıkları, aslında tefessüh etmiş, fersude yapılardır.
MEVCUT SİYASİ PARTİLERE BAKIŞ
Mevcut Siyasi Partilere ve parti Programlarına bakıp okuduğunuz zaman, hayretler içinde ve hayran kalmamanız mümkün değildir. Çünkü hepsindeki ortak dil; Halkın refahı, kanun hâkimiyeti, kişisel hak ve hürriyetler, eşitlik, demokrasi gibi, Apaçık sahtekârlık, art niyetli tuzak, insanları sömürme, aldatma, kandırma ve kullanma amacına yönelik rant, din tüccarlığı, misyon tacirliği ve etnik içerikli hamasi söylemlerdir.
Ancak, Parti Tüzüklerini incelediğiniz zaman, demokrasinin rafa kaldırılmış olduğunu, genel başkan diktasının delege seçiminden milletvekili seçimine bütün yasal organ, temsil ve izam kurumlarında ağırlıklı olarak kendisini hissettirdiğini ve bir nevi parti sahipliği “Tek Adam” yönetiminin;, Daha açık bir anlatımla sulta, dikta, emanet ve vesayet sisteminin bütün partilerde “Anayasa ve Medeni Kanun’a rağmen” hâkim unsur olduğunu görürsünüz.
Halk Genel Başkanın ismi dışında, partilerin yönetim kadrolarını tanımaz. Parti sahibi dışında kimse genel kurul delegeleri kimdir bilmez. Başta parlâmento adaylığı olmak üzere, her derece ve düzeydeki adaylar “sahip” tarafından saptanır. Halk milletvekillerini kendisi seçmez, seçemez!..Halk, oyunu; Medyanın, Ağaların, Şeyhlerin, Cemaatlerin ve dışa bağımlı kuruluşların yönlendirmesine göre vermekte veya tasvip ettiği bir Siyasi Parti bulamadığı için, (iktidara kızmışsa) muhalefetteki birine oy vermekte, olmazsa oyunu geçersiz kılmaktadır.
Sivil ve askeri bürokrasideki parlak zekâlar ve akademisyenler istifa şartı nedeniyle siyasete girmemekte; Siyaset, kalite, kariyer ve karizmanın değil, cahil cühelânın yarıştığı bir arena'ya benzemektedir. Ülkenin kamplara bölünmesinin ve siyasi istikrara kavuşamamasının nedeni bu iki çarpık yasadır. 2820 sayılı SPK ve 298, (2839 -2972) sayılı seçim yasaları milleti, idarede koyun, oy kullanmada Noter yerine koymakta; Kutsal TBMM'ni, hırsızlık - yolsuzluk ve suiistimal suçlularının Yargı'dan kaçış yeri ve “kirli işler sığınağı haline” getirmektedir.