Demokrasi Sandık mı, Yaşam Biçimi mi?
Sandığa endeksli demokrasiden demokrasinin bir yaşam biçimine (eşitlik, özgürlük, mutluluğu arama) dönüşmesi batı’da 200 yıldan fazla sürmüştür. Bunun içinde sandık demokrasisi yaklaşık 30-40 yıllık bir dönemi kapsar. Misal ilk demokrasi denemelerinde oy kullananlar vergi veren vatandaşlardı; kadınların seçmen olmaları (milli iradenin tecellisine katılmaları) 100 yıllık bir mücadele sonucudur. Seçilmiş seçkinler yaratan sandığa dayalı demokrasiden insan odaklı “katılımcı” bir demokrasiye dönüşünceye kadar da 200 yıl içinde çok bedeller ödenmiş canlar verilmiştir. Hak verilmez alınır, misali..
……
Eşimin sayesinde bundan 10 yıl önce yeşil pasaportumuz olmuştu. Yaklaşık 4 yıl yattı. Bir Mısır tatil paketine katıldık, ilk yurtdışı mührü vurdurduk. Yine kızağa çektik yeşil pasaportları. 2007 yılında bir Tunus ziyaretimiz oldu. Derken 2010 yılında sınıf arkadaşlarımızla Suriye-Halep gezisine katıldık. Eşimle aramızda şakalaşır olmuştuk; “bizim pasaportların nasibi de hep Arap ülkelerinden açıldı, bu gidişle Avrupa’ya almazlar artık”. Neyse ki, bir Selanik turu için ilk kez geçtiğimiz bahar Avrupa sınırlarını geçti bizim yeşil pasaportlar. Ve bir festivallere katılan folklor kulübü ile geçen yaz Yunanistan (Selanik), Makadenyo (Üsküp), Hırvatistan (Zagreb), Slovenya (Luybliyana), Fransa (Marsilya), İspanya (Madrid ve Barselona), İsviçre (Basel), İtalya (Floransa) gezisine katıldık. Bu yaz da, Yunanistan (Selanik), İtalya (Vatikan ve Roma), Fransa (Paris), Hollanda (Amsterdam), Polonya (Varşova), Litvanya (Vilnius), Letonya (Riga), Avusturya (Viyana) Slovakya (Bratislava), Hırvatistan (Dubrovnik) Bosna-Hersek (Mostar) gezisini yaptık. Yol yorucu ama yorulmadan da bir yer görülüp bilgi edinilmiyor ki..
Karayoluyla gittiğimiz ve şehirlerde rehbersiz serbestçe dolaştığımız için ülke halkının arasına karışmamız, sıradan esnafla muhatap olmamız, şehrin insan ve çevre dokusuna dokunmamız mümkün oluyordu. Hep şunu aradım bu Avrupa demokrasisinin tesisinde can, mal ve emek olarak katkıları olan şehirlerde: Sokaktaki, marketteki insanı, işinin başındaki esnafı demokrasiyi nasıl yaşıyor? Ülkeler arasında farklılıklar var tabii ki, emperyalist gelenekten gelen ispanya, Fransa, Hollanda gibi ülkelerde sömürgelerden gelen, birkaç nesildir vatandaş olanlardan ziyade daha sonra gelenlerle kaçak göçmenler sorunu hissediliyor (Almanya’yı pas geçmiştik, gözlemim yok). Akdeniz havasındaki Avrupa ülkelerinden Kuzeye Avrupa’ya doğru gidildikçe de coğrafyası gibi insanları da dinginleşiyor. Ama demokrasiye dair ortak nokta, demokrasinin salt “yöneticilerin seçiminde irade belirtmekten öte (sandık ve seçim), demokrasinin bir yaşam biçimi olarak algılanması, günlük yaşamın bir parçası olması. Bu algı ve günlük yaşamda hissetme insana ve fakat insana çevresi ile beraber saygı duymaya götürüyor. Bu insana saygı, insanlarında beraberinde bir özgüveni de getirmiş. Özgüven dediysek öyle patavatsızlık, destursuzluk, emrivakilik olarak algılamayın, kontrollü bir özgüven. Kurumların, yasaların objektif, yansız ve liyakatine güvenin getirdiği bir özgüven. Afrika ve Asya’dan gelen kaçak göçmenlerden sıradan halk hoşlanmasa da umursamaz görünüyor, sorunun çözümünü yasa ve kolluk güçlerinden bekliyor (İtalya ve Fransa’da kaçak göçmenler büyük şehirlerin bir parçası olmuş).
Demokrasinin yaşam biçimi olduğunu en güzel şehirlerin geniş ve bakımlı parklarında görüyoruz. Beyazı, esmeri, sarışını; Afrikalısı, uzak Asyalısı, Avrupalısı çimenleri ve ağaç gölgelerini bir dinlenme, buluşma, iki laf etme, güneşlenme, ailecek açık havaya çıkma yeri olarak kullanıyorlar parkları. Kontrollü, ölçülü, serinkanlı bir hayat. İnsana dair ise her şey hoş görüyle karşılanıyor.
Kuzeyden güneye inildikçe alabildiğine uzanan ovalar yerini engebeli, dağlık, vadilik araziye bırakıyor. Kuzeyin dingin coğrafyası güneye doğru delişmen bir coğrafyaya dönüşüyor. İnsanlarda dinginliği bırakıyorlar, artık daha hareketli, daha konuşkan, daha sıcakkanlı.. Ama bu insanlarda demokrasiyi kendilerine, insana saygı olarak görüyorlar.Demokrasi, uğruna ölünesi bir ideoloji olmaktan çıkmış artık, uğruna yaşanılası bir hayat tarzı, vücut dili olmuş.
Şimdi her devir bizim muktedirlerin demokrasiden anladıklarıyla baktığımda şu çıkıyor ortaya: “Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti; yumruk yine o yumruk bir varsa el değişti.” Hal böyle olunca demokrasi türküsü ile bize yutturulmaya çalışılan, tepemize inecek yumruğun sahibini belirlemekten ibaret oluyor. Buradan demokratik bir yaşam ve vücut dili çıkmıyor. Ölümler kutsanırken, insanlar muktedirlerin dünyevi saltanatlarının metasına dönüşüyor. Aidiyet grupçuklarının totemleştirilmiş çıkarları tüm insanlığı tehdit eder oluyor. Rotası ümmetçilik olan bir gemide ise kaptanı seçmek için ortaya sandık koymakla gemi demokrasi limanına varamaz. Araplardaki demokrasi denemelerini birada bu gözle görmek lazım. 21.08.2013