Demokrasi Hasreti İle Geçen Bir Ömür…
Bizim neslimizin ömrü, devamlı olarak, darbeler/baskılar/politik kavgalar ile geçti. Gerçek demokrasi havasını teneffüs etmek, bir türlü nasip olmadı. 28 Şubat ile ilgili operasyonları izlerken, kendi hayatım da sinema şeridi gibi akıp gitti; - Biz, mübadelede Selanik/ Yenice Vadar’dan-Bursa/ M.K. Paşa’ya getirilmiştik; Rumeli’de zengin iken, (her şeyi kendine yontan bir aile büyüğü sayesinde) fakir hale düşmüşüz. Dul bir hanım olan (o günün şartlarında, Kız Muallim Mektebi mezunu olarak kültürlü bir kişi olan) Babaannem ve (çok çalışkan ve zeki olmasına rağmen; Balkan Harbi, Rumeli Bozgunu vb. sebeplerle, ilkokuldan sonra eğitim imkanı bulamayan) Rahmetli Babam, bunu hiç umursamamışlar.
Hep şükretmişler. (Ve bunu bizlere de öğrettiler.) Bir ilkokul hademesi (daha sonra da bir zahireci dükkanında katip olarak) maaşı ile bizleri, hep helal lokma ve hayır dua ile büyüttüler. Balkan harbinde Bulgarlarca şehit edilen, Mülkiye mezunu/Sultan Abdülhamit’e mabeyin katipliği yapmış dedemi anlattılar. - Tek şef döneminde (Ağabeylerim ve rahmetli annemden edindiğim bilgilere göre) ne zaman irtica yaygarası kopsa; babam dahil belli-samimi –inançlı kişileri derdest edip götürmüşler. Özellikle her ezan okunuşunda (tevbeler olsun “gelsin, sizi Allahınız (CC) kurtarsın” diye falakaya yatırmışlar. -1946 (yüz karası, hileli) seçimlerinde, Babam oyunu açık açık kullanmış ve DP'ye vermiş. Sonra, gelsin falaka. Ve işten atılmak. (Şüphesiz Rabbim, kendine inanan ve güveneni, sıkıntıda bırakmaz. Aynı gün daha yüksek ücretle, zahirecide işe başlamış.) -1950'de, herkes gibi, Annem-Babam da sevindi. Ama, değişen çok fazla bir şey olmadı.
İnanılmaz bir partizanlık, yolsuzluk furyası başladı. Kahve, kalay, lastik, vb. tüm sıkıntısı çekilen malların karaborsası, partililer tarafından yürütüldü. Sümerbank/ THK/ ÇEK/ Kızılay velhasıl tüm kurumlar çiftlik oldu. Bürokrasi, partililerin emrine girdi. Artık delikanlılığa adım atan birisi olarak, tüm bunlara tepki duydum. Özellikle bir Başbakanın (bizim kulaklarımıza kadar uzanan) aşk hayatı beni infiale sevketti. - İnönü, DP'ye hiç rahat vermedi.
Yandaş medyaları ile birlikte, her türlü yalanı/ baskıyı/ entrikayı/ tahriki mubah saydı. Üniversiteli gençleri kışkırtıp meydanlara saldı. Orduyu devamlı tahrik etti. Demokrasiyi hiçbir zaman hazmedememiş, kendini halkın üzerinde sayan/ milli ve manevi değerleri hor gören/ irtica yaygaracısı zümreleri kullandı. - Neticede; ABD'nin talimatı ve desteği ile 27 Mayıs ihtilali icra edildi. Rusya kozunu kullanmak isteyen Merhum Menderes ve ekibi katledildi. Dünya’nın en rezil davası Yassıada’da icra edildi. Her türlü ahlaksızlık/ yalan/ karalama/ iftira/ baskı/ adaletsizlik sergilendi. Cinayetlere gerekçe üretildi. (Yıllar sonra, Salim Başol denen zat ile Didim-Mavişehir konutlarında komşu olduk.
Kimsenin saygı göstermediği, çökmüş, gözleri hep yere bakan, vücudunu sürükleyemeyen bir enkazdı.) - Bu arada, yeni yetme/ bilgi ve tecrübesi olmayan bir avuç yeniçeri bozuntusu, (ABD'nin emri ve mali desteği ile) Silahlı Kuvvetlerde, tam anlamı ile tasfiye yaptılar. Ülkesine bağlı 7000'den fazla subayı ve generallerin tümüne yakınını ihraç ettiler. Milli Ordumuzu, NATO (ve ABD) güdümüne soktular. - Bu, Milli Birlik Komitesi üyeleri, sık sık Mülkiye’ye gelirler ve akıllarınca, bize yön verirlerdi. Hele, Ahmet Yıldız. Papyonu ile ne kadar da bilgiç havalarda idi.
Ülkeye, en fazla zarar verenler; bugüne kadar süren sarsıntıların temelini atanlar; demokrasiyi katledenler; hep bu tiplerdir. - 27 Mayıs’ta lise son sınıfta idim. Olaylar sebebiyle, okullar tatil edilmişti ve memlekete dönmüştük. Rahmetli Babam, sabah namazından geldi ve “Hükümeti yıkmışlar” dedi. Anacığım sandı ki, yeni yapılan Hükümet binasını yıkmışlar. Çok kızdı. Sonra, anladı ki yıkılan bina değildir, Türkiye’dir. Bahçe komşumuz, Marangoz Ekrem Ağabeyin annesi ağlamaya başladı. “Biz şimdi, ne yer, ne içeriz?” diyordu. Cicianne, bunun senin oğlunla ilgisi yok dedim.
Bu bir koltuk kavgasıdır. İnönü, Celal Bayar’dan intikam almaktadır. - Bizim Milletimiz; ürkektir, şakşakçıdır, pısırıktır. Her ihtilalde olduğu gibi tüm ülkede, destek mitingleri yapıldı. M.K Paşa’nın CHP'lileri ve ürkekleri, Heykelin çevresini doldurdular. Nutuklar, alkışlar, şakşaklar gırla gidiyor. Bir astsubay yanıma geldi, “Sen niçin alkışlamıyorsun?” diye sordu. “Mecbur muyum?" dedim. Kızdı. “Sen başına dert mi arıyorsun?” dedi. “Siz demokrasi getirdik diyorsunuz.
Demokrasi bu mudur?" dedim. Akşam üstü, İlçe emniyet amiri, babamı ziyaret etmiş. “Ahmet Amca, sen oğlanı Balıkesir'e yolla. Bu şımarıklar sıkıntı verebilirler” demiş. Ve ben Balıkesir’e gittim. (Mekanları Cennet olsun. Okul açılana kadar, akrabalarım (Galip Yarcı Amca ve Hafız Yenge) beni misafir ettiler.) -Daha sonra; 22 Şubat/21 Mayıs/12 Mart/ 12 Eylül/ 28 Şubat/ 27 Nisan vb. sayısız, anti-demokratik harekete şahit oldum.
Hepsi boş. Hepsi, İsrail ve ABD talimatına dayalı. Devamlı laiklik/ irtica/ Atatürkçülük istismarı. Devamlı milli ve manevi değerlere düşmanlık. Devamlı, iktidar gücünü sürdürme, en üstün sınıf olma hastalığı. Halkı küçük görme kompleksi. Şüphesiz; bu tabloda, en büyük vebal; devamlı birbirini yiyen, bir türlü kenara çekilmeyi bilmeyen politikacıların sürüp giden kavgalarıdır. Halkın pısırıklığı, şakşakçılığı ve yüreksizliğidir.
Medyanın büyük bölümünün Holding patronlarının /Sendika ağalarının /Yüksek Yargı’nın / başta rektörler olmak üzere, profesör etiketi taşıyanların/ kendini aydın ilan eden, demokrasi düşmanlarının; tahrik-tahrip-destekçiliğidir. (Faturayı, sadece bir takım generallere kesmek haksızlık olur.) Her ihtilal; Türkiye’ye çok büyük zararlar vermiştir. Hiçbirinin en küçük bir yararı olmamıştır…