Değiştirin Artık Şu Baykal’ı
Bugün marketlere gidip herhangi bir ürün alırken, en çok dikkat ettiğimiz konulardan biri de, aldığımız ürünün taze olup olmadığını anlamak için son kullanım tarihine bakmaktır…
Alet, araç veya makine cinsi bir cihaz alındığında da, satıcıdan ekonomik ömrünü sorup, ona göre tercih ediyoruz. Ki, ekonomik ömrü dolduğunda, değiştirilip yenisi yerine konulmaktadır.
Bu olay canlılar için de geçerlidir. Malum, canlılar doğar-yaşar ve ölür.
Kimileri yaşam süreçleri içerisinde son derece hayırlı işlere imza atarlar ve ölümsüzlüğe kavuşurlar, hayırla yad edilirler.
Kimileri de yaşam süreçleri içerisinde her türlü duygu-düşünce ve insanlık dışı olaylara imza attıkları için de nefretle anılır.
İnsanların da ekonomik ömürleri vardır, aslında.
60 yaşına gelen bir çalışan emekli edilir. Kimi önemli devlet görevlerinde bu yaş sınırı 65'e kadar uzatılmıştır.
Yani 65 yaşından sonra çalışan bir devlet görevlisi bulamazsınız.
Çünkü, insan beyninin 65 yaşından sonra, çocukluğa doğru bir geri sayım sürecine girdiği düşünülür ve böylesine bir sorumluluğu artık taşıyamayacağı kabul edilir.
Ancak, bazı insanlar vardır ki, bulundukları görevde bırakın ekonomik ömrünü doldurmayı, ölene kadar orada oturmayı, kendilerini bulundukları koltukla daim olduklarını ilan edip, ölene kadar da o koltuğa bağlı olacaklarının yeminini etmiştir adeta.
İşte koltukla özdeşleşen ve 70 yıllık yaşamının neredeyse yarım yüzyılını bu uğurda harcayan, son 20 yılını da koltuk kaptırmama mücadelesi içerisinde bulunan ülkemizin en sosyal demokrat siyasetçisi Deniz Baykal gelmektedir.
Bir zamanlar, bu ülke siyasetçilerinin yapıştıkları koltukları terk etmemekteki inatlarını eleştiren ve onları yadırgayan bir zihniyetin, ele geçirdiği bir koltuğu ölene kadar gasp etmekteki inadını acaba nasıl karşılamalı.
Ve bu koltuktan kalkmamaktaki inadını Japon yapıştırıcının kuvvetine inat bir şekilde sürdüren Deniz Baykal, her platformda sergilediği sosyal demokrat görüntüsünün aksine, parti içi uygulamada tam bir anti-demokrat bir yapılanmayı kendisine mübah gören kendisi ile çelişik bir görüntü sergilemekten de asla kaçınmıyor.
Her düşünceye hoşgörü ve demokratik teamüllerin gerektirdiği bir bakış açısı içerisinde bakması gereken bir genel başkan, "Sen benim gibi düşünmüyorsun ve beni sevmiyorsun!.." iddiasıyla, kendisine muhalif olanları da bir kalemde harcamayı kendisinde gördüğü en büyük güç olarak uygulamayı sürdürmekte hiçbir sakınca da görmüyor.
Demokratlık iddiası içerisinde oturduğu koltukta, parti içi diktatörlük oluşturan ve bir zamanlar SSCB Komünist Partisi Genel Sekreteri Leonid Brejnev ve yanında yer alan takım görüntüsü veren Deniz Baykal ve şürekası, bırakın yüzlerinde tebessümün yer almasını, özel olarak takındıkları asık surat maskesi ile de çevrelerine gözdağı vermeyle korku salmayı kendilerinde hak görmekte bir sakınca dahi bulmuyor.
Yıllar yılı söylediği "sosyal demokrat" söylemlerinin yanı sıra uyguladığı eylemleri ile tam bir faşist diktatör görüntüsü çizerek, klasik söylem-eylem çelişkisinin somut örneklerini de sergileyen Deniz Baykal, koltuğunu kaybetmemek için yapmayacağı hiçbir icraatın olmayacağını bir kez daha ortaya koydu.
Malum, ezeli rakibi Mustafa Sarıgül'ü geçtiğimiz yılın başında şürekasının da yardımı ile yenilgiye uğratmasının verdiği zafer sarhoşluğu ile kendisine muhalif olan il yönetimlerini birer bire budama operasyonlarını, günümüzde de sürdürme kararlılığını yine sergilemeye başladı.
Kendi yandaşı olmadığı için görevden aldığı Balıkesir İl Başkanı Münir Balkanlı'yı görevinden alıp yerine kendi adamı olarak ün salan İrfan Barış'ı getirirken, tüm Balıkesir il ve ilçe teşkilatlarının da kendisine biat edeceğini de umuyordu. Ama beklediği olmadı.
Genel başkanlarına karşı tutumlarını sürdüren ve "Biz senin diktatörce tutumunla zorla bize dayattığın il başkanı ile değil, kendi özgür irademizle seçeceğimiz kendi il başkanımızla yolumuza devam etmek istiyoruz" diyen Balıkesirli CHP'liler, bir kez daha Münir Balkanlı'yı il başkanlığına getirerek, bir anlamda yurt genelinde ilk başkaldırma bayrağını açarak da, diğer illere örnek oldu.
Önlerinde bulunan seçimler nedeniyle kabul etmese de kabul etmiş gibi görünen Deniz Baykal ve şürekası, bu başkaldırıyı da unutmadıklarını ve belleklerinin "kin ve nefret" hanelerinde sürekli taze bir şekilde tuttuklarını da gösterdi.
22 Temmuz genel seçimlerinde Trakyalı bir adayın kendi bölgesinde seçim şansının olmamasından dolayı DSP'nin adayı olarak Balıkesir birinci sıradan gösterilmesine büyük bir tepki gösteren ama "kol kırılır yen içinde kalır" düşüncesi ile ses çıkarmayan Balıkesir CHP teşkilatları, seçim çalışmalarında da isteksiz bir görüntü sergileyerek, bu tepkilerini bir nebze de olsa belli belirsiz dışa vuruma dönüştürdü.
Ayrıca Ali Kemal Deveciler gibi son derece çalışkan ve Körfez bölgesinde büyük oy potansiyeline sahip bir adayı üçüncü sıraya atıp da, sırf kendisine kulluk derecesinde bağlılık sergileyen adı sanı duyulmamış bir partili olan Ergün Aydoğan'ı da ikinci sıraya oturtan Baykal ve şürekası, Balıkesir'deki isteksiz çalışmanın da bir başka ayağını oluşturduklarının farkında bile değildi.
Geçtiğimiz günlerde Balıkesirli hiçbir CHP'linin istemediği Ergün Aydoğan'ın oğlunun sünnet düğünü için Balıkesir'e gelen Deniz Baykal'ı, İl Başkanlığı ziyaretinde Münir Balkanlı'nın karşılamaması, diktatörün de ipi çekmesini beraberinde getirdi.
Nitekim, Uşak yönetimi ile birlikte Balıkesir il yönetiminin kafasını kopartarak, bir anlamda diğer illere gözdağı veren, bir anlamda da ruhunun ne kadar kin ve nefretle yoğrulduğunun ispatını sergileyen Deniz Baykal, intikamını almanın da mutluluğunu sergiledi.
"Bana karşı çıkanın kafasını koparırım" mesajını veren Deniz Baykal'a karşı, sanırım Balıkesir il ve ilçe teşkilatlarının da ortaya koyacağı bir takım karşı eylemler olacaktır.
En başta biatçı bir zihniyet içerisinde olmadıklarını göstermek için sonsuza kadar genel başkanlık koltuğunda oturma eğilimi sergileyen Baykal'a karşı, ya ortak bir eylem geliştirip, "Sen il yönetimini görevden alıyorsan, biz de ilçe yönetimleri olarak istifalarımızı veriyoruz" diye, genel merkez önünde sergileyecekleri tavırla, bir anda Türkiye gündemine oturup, Baykal'ın değiştirilme sürecini de hızlandırabilirler. Ya da "Ne yapalım padişah efendimiz böyle buyuruyor!.." diyerek, boyun eğerler.
Bekleyip göreceğiz tabii ki…
Ancak son gelişmelere bakıldığında, bir zamanlar grup başkan vekili olan Haluk Koç'un genel başkan adayı olarak ortaya atılması ve Ali Topuz'un da hemen saf değiştirip bu cenaha geçmesi, ardından da Önder Sav'ın tavrının beklenmesi, yeni gelişmelerin de önümüzdeki günlerde yoğunlaşacağının işaretini de veriyor.
Bu ikilem, ya hem Mustafa Sarıgül'e hem de Haluk Koç'a yönelik bir karşı strateji olarak da algılanabilir. Veya geminin batacağını hisseden farelerin ilk terk etmeleri olarak da algılanabilir.
Eğer CHP'li delegeler bu tuzağa düşüp, sadece Deniz Baykal'ı değiştirerek, onu yıllarca genel başkanlık koltuğunda oturtarak, kendileri de yıllarca yan koltukları işgal edip iktidarlarını sürdüren bu takımı yeni yönetimde de "siz devam edin" tavrı sergilerlerse, bir zaman sonra Deniz Baykal'ın daha da büyük bir zaferle geri dönmesinin de yolunu açmış olurlar.
Aynı geçmişte olduğu gibi…
Bundan sonra görev tabii ki CHP'lilerin. Önümüzdeki kongrelerde kendi yönetim şekillerini kendileri belirleyecekler tabii ki…
Ya "biz diktatörlük yanlısıyız" diyerek, Baykal ve şürekasının devamı yönünde bir oy kullanma eylemi sergileyecekler veya "Biz artık bu diktatörlükten bıktık"deyip, değişim yönünde tavır sergileyecek.
Göreceğiz bakalım, CHP'lilerin ne isteyeceğini...