Dava Adamı-Devletin Adamı-Devlet Adamı-Davanın Adamı
Dava Adamı-Devletin Adamı-Devlet Adamı analizimize bir yenisini daha ekleme gereksinimi doğmuştur: Davanın Adamı!
İnsanlar düşünmeye başlayıp, kendisini kuşatan dogmalardan ve kutsallardan kurtulunca yani özgürleşince kendi kutsallarını oluşturmaya başlar… Ve kutsallarının dava adamı olur. Her kutsallık kendi dogmalarını yaratır. Dava adamı kutsallarını devlete taşıyabilirse (iktidar-muhalefet, amir-memur vs.) dava adamlığı ile devlet adamlığı arasında sıkışıp kalır. Şayet kutsallarının dogmalarından sıyrılıp, yaşamın pratiğinin dayattığı “akılcılığın” farkına varabilirse devlet adamlığı ağır basmaya başlar…
Bu süreçte “akılcılık” bilerek veya bilmeyerek göz ardı edilirse dava adamlığı davanın adamlığına, devlet adamlığı devletin adamlığına dönüşecektir. Ki aydınlanma sürecine girememiş birçok topluluklarda bu tehlike her daim vardır.
Eh, bizde bu sürece girmiş olsak bile, siyasal ve ekonomik gel-gitlerle, darbelerle yalpaladığımızdan sosyolojik ve siyasal olarak “dava adamlığı” “davanın adamlığına” –ki bizim memlekette bu tiplere “değnekçi” derler- “devlet adamlığı” devletin adamlığına –ki bizim memlekette bunlara “yağcı” derler- evrilmiştir.
Dava devlete taşınınca davanın kutsallığı devletin de kutsanmasını zorunlu kılıyor. Çünkü davanın kutsallığının korunup kollanması için devletin kutsanması da zorunlu oluyor. Hal böyle olunca akıl kıtlığı baş gösteriyor ve her iki kutsallığın mücadelesi başlıyor. Bu kıt, kısır mücadelede doğası gereği yer almak istemeyen devlet adamlığı devletin dışına kayıyor, sosyal ve ekonomik alanda yer edinmeye çalışıyor. Derken birkaç nesil de geçmiş oluyor. Devletin dışındaki yeni bir neslin, toplum için yeni bir davası oluyor, bu dava kutsanıyor… Ve diyalektik devam ediyor…
Bu diyalektikte asıl olan toplumun ne kazanıp ne kaybettiği, insanlık uygarlığının hangi düzeyinde bulunduğudur… Ve bu diyalektikten şu anlaşılıyor ki, toplumun ihtiyaçları için toplumsal bir örgütlenme olan devletin, devlet adamları eliyle yönetilmesi gerekiyor… Her “dava” kendini ancak iktidar (hükmetme, yönetme) pratiğinde test edebilir. Gayrisi ya ütopik yada vandal bir romantizmdir.
……….
Benim romantik devlet adamı tiplememe gelince;
Devlet adamı olmak, nasıl desem biraz ulvi (idealist) duygulara sahip olmayı gerektiriyor. Yani bugünkü anlamıyla biraz saf (arı, pak) bir tiptir. Devlet adamı akılcıdır, devlette ehliyet ve liyakat öncelliği her tür kişisel hırs ve ihtirasların önündedir.
Devlet adamının öyle iktidar nimetlerinden akçalanma gibi bir derdi de yoktur. Toplumca üretilen toplumsal faydadan kendi payına düşenin üzerine, hakkaniyet ölçüsünde, kişisel yetenekleri ile elde ettiği kariyer ve gelir ile yetinmesini bilir; alçakgönüllüdür velhasıl…
Devlet adamı her siyasal görüşten de olabilir: Liberal, toplumcu, milliyetçi, kutsiyetçi, aidiyetçi vs. olabilir, ama her halükarda “topyekûncudur”. Yani sosyal faydadan yanadır. Açarsak, toplumun eğitimde, kalkınmada, kültürde, ekonomide, özgürlüklerde, demokraside, fırsat eşitliğinde, hukukta, edepte vs. yarattığı tüm değerlerden birey olarak talep etsek de etmesek de herkes yararlanacaktır.
Devlet adamı için çağdaşlığın çağrısının ve çalışmasının kim/kimler tarafından yapıldığının önemi yoktur; yapılıp yapılmadığının önemi vardır.
Ve devlet adamının, günümüzde görüldüğü üzere, devlet gücünü kullanan ve/veya devlette çöreklenmiş olması gerekmez; sokaktadır, esnaftır, köyündedir, üniversitededir, sanatçıdır, iş adamıdır, işçidir, öğrencidir, gençtir, yaşlıdır.. Yani yaşamın her yanında, her alanında ve her aşamasındadır.
Kısacası devlet adamı, vatandaş olmayı başarabilmiş herkestir. Devletin adamı ise, kutsanmış devlet namına, kuşandığı kanunlar ile hukukun üzerine yürüyen herkestir.
Dava adamı kutsallarının romantiğinin empatik yada vandal savunucudur, davanın adamı her daim ceberuttur kalmak zorundadır.