Birçok veri merkezi, saldırı almıyorsa dahi, hacker kiralayıp kendine saldırtır ki, açıklarını görebilsin.
Yaşadıklarımız, iktidarın kendini test etme girişimi kadar basit bir saldırı olsaydı keşke. Yazık ki değil…
‘17 Aralık’ saldırısı, şaha yaklaşma için kalelere yapılan bir hamleydi. Başarısız olduğu söylenemez. Bazı kaleleri zayıflattı ya da yedi. Ekonomiyi belli ölçüde etkilemeyi başardı.
‘26 Aralık’ ise tartışmasız bir darbe girişimiydi ve piyonlar “şah” dediler.
İşin acı yanı da şah diyenlerin piyon olması. Darbe girişimi, Londra’daki Tavistock’tan yönetilse de piyonlar yerli.
Malum, Türkiye sayısız darbe girişimine sahne oldu. İlkinde bir başbakanı yediler. İkinci ve üçüncüsünde olmasa bile, dördüncüsünde ise bir cumhurbaşkanını.
1990’larda darbe şartlarında bile kolaylıkla yapılamayacak zulümler yapıldı.
Özellikle 1990-1994 aralığı kabus yıllardı. Çetin Emeç, Hiram Abbas, Eşref Bitlis, Uğur Mumcu, Adnan Kahveci, Özal ve daha nicelerini öldürdüler.
Sivas ve Başbağlar’da onlarca insanı yaktılar, katlettiler. Ülkeyi, 1978 İtalya’sına çevirdiler.
1974’de İtalya Başbakanı olan Aldo Moro, ülkedeki tüm siyasi sorunları çözmek için “tarihsel uzlaşı” adını verdiği büyük bir hamle yapar ve ülkedeki teröre son vermek için herkesle masaya oturur.
Bu girişim, süreçten büyük vurgun yapan küresel tellakları rahatsız eder. Aldo Moro’nun ABD ziyareti sırasında, Dışişleri Bakanı Henry Kissenger tarafından “Ülkendeki tüm güçlerle işbirliği siyasetine derhal son vermelisin. Aksi halde bunun bedelini çok ağır ödersin” şeklinde tehdit edilir.
Başbakan Moro, ülkesindeki terörü destekleyen ve ondan beslenen CIA, BND, MOSSAD gibi cinayet örgütleri ve tefeci şirketleri bir bir tespit eder ve bunu bitirmek için hamlelerini sürdürür.
Tehditler birbirini izler. Sonunda Kissinger ve dönemin CIA yöneticisi Bush’un emriyle Aldo Moro’nun öldürülme ihalesi, Kızıl Tuğaylar örgütüne verilir.
İşin en kötü yanı, Moro, kendi bakanı Giulio Andreotti’nin kendi düşmanı olduğunu göremez ve onun ihanetiyle öldürülür.
Türkiye’de şu an olup bitenler, buna ne kadar benziyor değil mi?
30 yılı aşkın bir süredir devam eden ‘terörü, ne pahasına olsun bitireceğim’ diyen ve önemli ölçüde de bitiren bir Başbakanımız var.
Aslında uzun zamandır hazırlanıldığı öğrenilen darbe süreci, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yönelik gözaltı girişimi ile gün yüzüne çıkar.
Başbakanın bu kahraman adamı yedirmemesi kinlerini daha da büyütmüş belli ki. Ne tesadüftür ki, dün Başbakanın oğlunu gözaltına almak ve Başbakanın evine baskın yapmak isteyen savcı ile Hakan Fidan’ı tutuklamak isteyen savcı aynı kişi. Tesadüfün böylesine bakın ki, bir türlü çözülemeyen Sabancı ve Hrant Dink davalarının savcısı da aynı zat.
Dün açık açık şah dediler. Hangi cüretle?
Hukuku kalkan yapan bu kamu görevlileri(!), darbe girişimini tek başlarına yapmış olamazlar elbet! Buna kargalar bile güler. Talimatı, Gülen Hareketi’nin tepesi mi vermiştir? Bu da imkânsız! Belli ki onlar ihaleyi üstlenen taraf.
Talimatı veren yapıyı önceki yazılarımızda dile getirdiğimiz için tekrara gerek yok. Artık açık seçik kim olduklarını biliyoruz.
Fakat devletin çeşitli organlarında cirit atan bu yapı, Türkiye’nin Kızıltuğayları rolünü üstlenmişler belli ki!
Faillerin büyük para kazandıkları kesin, ama hedef asla para değil, Şah’ın kendisi.
İnşaallah toplumumuz, ülkesinin Başbakanını bu alçak darbeye yem etmez. Ederse de yem olan kendisi olur ve bir daha belini doğrultamaz.
* * *
Bu kara günlerin geçeceğine inancımız tam. Her şerden bir ‘hayr’ çıkarmış. İnşaallah bundan da çıkacak.
İktidar hatalarını görecek, umulur ki dersler alacak, doğru adamlarla çalışmayı öğrenecek, hem de ülkeyi kurtaracak, içine sızan tenyaları temizleyecek.
İktidarı paylaştığı ve artık gerçek yüzlerini öğrendiği yapıları tasfiye edecek, yanı başındaki leş kargalarını kovacak, eksiklerini giderecek, safları sıklaştıracak, yeni saldırılara karşı güvenlik önlemlerini artıracak, her an saldırmaya hazır -kendilerine liberal de denen- liboşları def edecek.
İçindeki harama uzanan elleri kıracak, daha önce küstürdüğü, ilgi göstermediği, ama kendisine kötü günde sahip çıkan gerçek dostlarla barışacak, hangi mezhep ve meşrepten olursa olsun cemaat-memeatlerle iş tutmanın kötülüklerini görecek ve tövbe edecek.
Kısaca bu şerden hayr umacak ve ve hayr çıkması için çalışacak.
‘Cek cak’ diyorum, bunlar beklenti ve temenni. Biz öyle dileyelim, İnşaallah da öyle olsun!