content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

31 Tem

Dağdan İniş

Haziran ayı sonunda Cengiz Çandar 103 sayfalık bir rapor yayınladı. Raporun adı “Dağdan İniş-PKK Nasıl Silah Bırakır? Kürt Sorunu’nun Şiddetten Arındırılması” idi. Çandar Raporunu TESEV için hazırlamış ve raporun tam metni TESEV internet sayfasında yayınlanmıştır.
Çandar raporu için, “Türkiye’de Cumhurbaşkanı, çeşitli bakanlar, en üst düzey bürokratlar, büyükelçiler, Kandil dağındaki PKK yöneticileri, PKK’dan ayrılan ona muhalif olan eski PKK’lılar, Türkiye’de PKK çizgisinde siyaset yapanlar, Iraklı Kürt Yetkililer, bağımsız Kürt şahsiyetleri” ile görüştüğünü ama belirtilen bu şahısların “Türk devletinde sorumluluk sahibi olanların konumları gereği zarar görmelerini engellemek için doğrudan hangi cümlenin kime ait olduğunu” belirtmemiştir. Oysa belki raporun ilk zayıf tarafı da işin bu tarafı olmalıdır. Sayın Abdullah Gül’ün “Türkiye’de iyi şeyler olacak” açıklamasından sonra üç yıla yakın bir zamandan beri Türkiye’de hiç de iyi şeyler olmadı. Sayın Gül’ün son üç yıl içinde olup bitenleri “iyi şeylerin” neresinde gördüğünü kendi cümleleri ile açıklamış olması okuyucu için daha çok yol gösterici olabilirdi.

Rapor PKK’nın 14 Temmuz 2011 Silvan saldırısından önce hazırlanıp yayınlandığı için bu saldırının ardından ortaya çıkan gelişmelere de yer verilmemiştir. Söylem dili olarak Çandar, “PKK’nın silahsızlandırılması, Dağdan indirilmesi” gibi deyimleri, PKK’yı tasfiye etme amacı ve anlamını çağrıştırdıkları için özellikle kullanmamış, bunun yerine raporun adı olarak yer verdiği deyimi tercih etmiştir(s.9).
Raporda PKK’nın ideolojik yapısı hakkında “milliyetçi değil, sol bir çizgiye” sahip olduğu vurgusu kuşkuludur. Sol bir geçmişten gelen Çandar, milliyetçi anlayışı olumsuz bulduğu için olmalı ki PKK’nın sol bir çizgide olduğunu belirtme ihtiyacı duymuştur. PKK’nın Kürt milliyetçisi olamayacğına bir kanıt olarak kurucuları arasında Türk olan Kemal Pir ve Haki Karaer’in de isimlerine göndermede bulunmuştur(s.31). Oysa İTC’nin kurucusu olarak bilinen ilk dört kişi İshak Sükuti (Kürt), Abdullah Cevdet (Kürt), İbrahim Temo (Arnavut) ve Mehmet Reşit (Arnavut) kökenlidir. Adı geçenlerin hiç birisi Türk değildir. Buna rağmen İTC’nin Türk milliyetçisi olmadığı bu dört kurucusuna bakılarak iddia edilmemiştir. Aksine İTC ısrarla Türk milliyetçisi bir siyasi parti olarak görülmektedir. Aynı durum niçin PKK için geçerli olmasın? Bu konuda PKK’yı istisna tutacak hiçbir bilgi ortada yoktur. Milliyetçi yapıların en büyük özelliği, uğruna mücadele ettiklerini ilan ettikleri topluluğun birliğini temin etme çabalarıdır. Yine Çandar’ın raporunda da yer alan bilgilere göre; PKK Kürt milliyetçi görüşlerini yalnızca Türkiye toprakları üzerinde takip etmekle kalmamış, İran’da PJAK (Kürdistan Özgür Yaşam Partisi / Partiya Jiyana Azade Kürdistane), Irak’ta PÇDK (Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi / Partiya Çareseriya Demokratika Kürdistane), Suriye’de PYD (Demokrat Birlik Partisi / Partiya Yekitiya Demokratika) kurudurp faaliyete geçirerek bütün Kürtler arasında siyasal çalışmalar yürütmektedir(s.38) Öcalan tarafından ilan edilen Demokratik Konfederalizm de dört ülkede (Türkiye-İran-Irak-Suriye) bulunan Kürtleri içine alacak bir siyasi projedir. Oysa yüzyıl önce Türkler için benzeri bir projenin sahibi sayılan İTC’liler bu gün bile şöven bir Türk milliyetçisi olarak görülürken PKK’nın yontulmamış bu kaba milliyetçiliğinin solculuk olarak gösterilmeye çalışılması mizahi bir içerik taşımaktadır. Günümüz pek çok siyasi ve entelektüel çevrede, Arapların, Arnavutların, Sırpların, Türklerin birleştirilmesi düşüncesi kerih görülür ve barış ve istikrar için büyük bir tehlike sayılırken, Öcalan gibi Kürt şahsiyetlerinin, PKK gibi Kürt örgütlerinin, Kürtlerin birleştirilmesi çabaları, görüşleri bir hak olarak görülür hatta bir tepkiye muhatap olmazken, yapıp ettikleri daha çok solculuk kapsamında ele alınmaktadır. Halbuki PKK, amaçları ve örnek olarak belirtilen çabaları nedeniyle solcu olmaktan daha çok Pankürdist bir özellik taşımaktadır.
Çandar “zaten PKK’nın bir terör örgütü olarak görülmemesini bunun yerine Kürt İsyanı denilmesini” tercih etmektedir(s.10) PKK’nın Kürt isyanı olarak nitelendirilmesi için ABD’den; Rand Corporation tarafından Deniz Piyadeleri için hazırlanan bir istihbarat raporu olan How Insurgencies End / İsyanlar Nasıl Sona Erer’den, Yine ABD Kara Harb Okulu Düşünce Kuruluşu olan Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nün (Strategic Studies İnstitute) 2004’te yayınladığı: 21. Yüzyıl’da İsyan ve İsyan Bastırma: Tehdit ve Tehdide Karşılık Vermeyi Yeniden Kavramsallaştırma (İnsurgency and Counterinsurgency in the 21 st Century: Reconceptualizing Threat and Response)’den yararlanmıştır. Çandar gibi konu hakkında ki malumatı hiç te yadırganamayacak birisinin kendi görüşlerini, bilgilerini örneklendirmek ve açıklamak için ABD kaynaklarına müracaat etmiş olması şaşırtıcı olmalıdır. Çünkü ABD kaynaklarının terör ve isyan kavramlarını kendi siyasi tercihlerine göre ve örgütlerin kendisi ile ne derece iş birliği yapmaya hazır olmasına göre değiştiği bilinmektedir. “PKK terörizmi bir taktik olarak benimsese de uyuşturucu trafiği ile de ilgisi olsa da yine de Kürt İsyanı özelliğini” taşımaktadır(s.20). PKK’nın terör kategorisinden çıkarılarak isyan kategorisi içinde ele alınması çözümü kolaylaştıracaktır(s.21).
Yukarıda değinilen ABD kaynakları isyanları da “Ulusal İsyanlar” ve “Kurtuluşçu İsyanlar” diye iki ana kategori içinde ele almıştır: “İsyancılar ile hükümet arasındaki ayırımlar, ekonomik, sınıf, ideoloji, kimlik(etnisite, ırk, din) ya da başka siyasi unsurlara dayanmaktadır.” “Dış işgalci görülen bir yönetici gruba karşı ırk, etnisite ya da kültür zemininde harekete geçerler. İsyancıların amacı, uluslarını yabancı işgalinden kurtarmaktır.”(s.25) PKK’yı terörist gibi itici ve mahkum edici bir isimlendirme yerine isyancı diye isimlendirmek PKK için bir çeşit terfi yolunu, mazur ve meşruluk yolunu açacaktır. Elbette raporun ana fikri de budur. ABD kaynaklarında yer alan bu tanımlara göre Taliban, Hizbüllah, Hamas gibi örgütleri “terörist saymanın” imkanı var mıdır? Ama ABD bu tanımlarla PKK gibi örgütleri aklayıp paklamanın teorik zeminini hazırlarken adı geçen örgütleri de büyük bir manevra yeteneği ile “terörist saymaya” devam etmektedir. Kürtlerin de yaşamakta olduğu Doğu Anadolu bölgesi ne zaman nasıl Türkiye Devleti tarafından işgal edilmiştir? Tarihte böyle bir olayın varlığı tartışılmalıdır. Kim ne zaman nasıl nereyi işgal etmiştir diye. Dolayısı ile hangi tarafın işgalci hangi tarafında ulusal kurtuluşçu olduğu görüşünün taraflarca anlaşılması gerçekten sorunun çözülmesinde bir kolaylık sağlayacaktır. Türkiye’nin tarihi, coğrafi ve demografik şartlarında Çandar’ın yardımına müracaat ettiği bu teorik fantezilere zemin olacak malzeme bulmak hayli zor olacaktır. Ancak tarihin tahrifi, coğrafyanın ısrarla farklı isimlendirilmesi ve demografik yapının yok sayılması bu teorik fantezilere zemin hazırlayabilir.
AKP hükümeti tarafından 29 Temmuz 2009’da Ankara Polis Akademisinde 15 aydın-gazeteci ve akademisyenin katıldığı bir toplantı ile “Kürt Açılımı” kararını ilan etmiştir(s.72). Açılım Planına göre: “Türkiye hukuk alanında Kürt Sorunu’na çözüm çerçevesi oluşturacak, Öcalan’ın tutukluluk şartları değiştirilecek, süreç içinde ev hapsine alınacak, Kandildeki 60-65 kişilik PKK yönetici kadrosu 5 yıllık bir süre içinde Kuzey Irak’ta yerleşecek ve sonunda Türkiye’ye dönebilecekleri bir çözüm yolu öngörülmüştür. Açılımın hazırlanmasına Iraklı Kürt yöneticiler de rol oynamıştır. Türkiye’nin güvenlik bürokrasisi, bu planı ve uygulamasını “PKK’nın Türkiyelileşmesi” diye görmüştür(s.74). Plana bağlı olarak Habur sınır kapısından giriş yapan 34 PKK’lının büyük gövde gösterileri ile karşılanması, planın uygulanmasına son verdiği gibi DTP/BDP’li pek çok belediye başkanının da tutuklanmasına yol açan KCK (Kürdistan Topluluklar Birliği / Koma Civaken Kürdistan) davasının başlamasına yol açmıştır(s.74). KCK ise; PKK/Kongre Gel (Halk Kongresi)’in Mayıs 2007’de kandil’de yaptığı toplantıda 2005’ten beri faaliyetlerini sürdüren KKK(Koma Komala Kürdistan)’nın yerine kurulduğu ilan edildi. Aşağıdan yukarıya doğru bir örgütlenme modeliyle Türkiye-İran-Irak ve Suriye’de çalışması kararı alınmıştı. KCK’nın kolları ise, Türkiye’de PKK, İran’da PJAK, Irak’ta PÇDK ve Suriye’de PYD idi. KCK’da PKK’nın silahlı kanadı HPG (Hezen Parastine Gel)’de temsil edilmiştir(s.76). Raporun yayınlanmasından sonra hükümet çevrelerinden her hangi bir yalanlama gelmemiştir. Bu yüzden raporun içeriği ve aşamaları konusunda burada yer verilen bilgiler doğrulanmış sayılmaktadır. Açılımın başlangıcında hükümet çevrelerinin çeşitli vesilelerle yaptıkları konuşmalarda; “terör örgütünün asla muhatap alınmadığı, onunla pazarlık edilmediği” gibi açıklamaları da bilinmektedir. Irak Kürt liderlerinden Celal Talabani ise, PKK elemanlarının Irak Kürt bölgesinden çıkarılması veya Türkiye’ye teslim edilmesi gibi tartışmaların olduğu bir dönemde “Türkiye’ye bir Kürt kedisinin bile teslim edilmeyeceği” açıklaması ile kendi tercihini ortaya koymuştur. Talabani ve diğer Kürt liderlerinin tutumlarında bir değişiklik olmadığı ama Türkiye Hükümeti’nin başlattığı açılım siyasetine onlarında bir ölçüde müdahil oldukları anlaşılmaktadır. Tutumunu değiştirenin farklı siyasi tercihlere yönelen tarafın Türkiye Hükümeti olduğu görülmektedir.
Çandar’a bakılırsa Öcalan ile MİT vb kuruluşların görüşmeleri 1999’dan beri devam etmektedir. Ancak bu görüşmelerin içeriği güvenlik konularıdır. Fakat daha sonra devlet adına görüşmelere katılanların isim ve ünvanları da görüşme konuları da giderek değişmiştir. Öcalan bu değişimi “Diyalog’dan Müzakere’ye geçiş” diye nitelendirmiştir. Öcalan kendisi ile olan görüşmeci heyetini; “ciddi ve devlete etki edebilecek bir heyet” diye açıklamıştır. Aslında devletle Öcalan arasındaki görüşmeler T.Özal’ın isteği ile 1992-1993’te C.Talabani aracılığı ile yürütülmüştür. Ancak Özal’ın ölümü ile bu görüşmeler kesilmiştir. Askeri makamların 1997’den itibaren dolaylı 1999’da Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinden sonra ise yüz yüze görüşmeleri uzun süre devam etmiştir. 2005’ten itibaren Hükümet MİT aracılığı ile Öcalan’la yapılan görüşmelere müdahil olmuştur. Ancak bu görüşmelerden uzun bir süre sonuç çıkmayışının nedeni de “devletin hep Kürtleri, Öcalan ile PKK’yı bölme ve kullanma çabası” oluşturmuş. PKK tarafı bu görüşmelerde “operasyonların durdurulmasını” değişmeyen bir talep olarak ileri sürmüştür. Çandar çözüm için, Öcalan’ın “devletin tek ve gerçek temsilcisinin hükümet olduğuna ve cezaevi şartlarının iyileştirileceğine inandırılmasının şart olduğunu” savunmaktadır.. İmralı’da bulunmasına ve müebbet hükümlüsü olmasına rağmen “devletin giderek Öcalan’ın elinde bir rehine” durumuna geldiği gibi garip çarpıcı bir görüşte raporda yer almıştır(s.40-54). Rapordaki bilgilere bakılırsa devlet sonunda Öcalan ile önce görüşmeye ardından da müzakereye mecbur kalmıştır. Açılım politikası ise bir ölçüde bu mecburiyetin sonunda ortaya çıkmıştır. Buna rağmen terör olaylarında bir azalma meydana gelmediği gibi saldırılar giderek sayı ve alan bakımından çoğalıp yaygınlaşmaktadır. Açılım politikaları (daha doğrusu PKK ve Öcalan’a karşı uygulanan tutum değişikliği) terör olayının etkisini azaltmak bir yana etki alanının giderek güçlenmesine yol açmıştır. Türkiye, Irak’ın genel siyasi yapısı ve Türkmenler hakkındaki görüşlerinden bu dönemde bütünüyle vaz geçtiği gibi Öcalan ve PKK hakkındaki genel tutum değişikliğinden kayda değer olumlu somut bir sonuç elde edememiştir. Devlet devasa gücüne rağmen müebbet hükümlüsü bir mahkumu ile pazarlık etme sonucu ile yüz yüze gelmiştir.
PKK sorununun salt bir iç sorun olmadığı başta ABD, AB ve İsrail olmak üzere Suriye, Irak ve İran gibi komşu ülkelerinde bu sorunun neredeyse açıktan tarafı oldukları bilinmektedir. Bu o kadar açık duruma gelmiştir ki artık PKK’nın askeri kanadının Kandilden (Irak), siyasi kanadının ise İmralı adasından sevk ve idare edilmesini Türkiye son derece olağan karşılamaya başlamıştır. PKK’nın dışarıdan tarafı olan ülkelerden bazılarının isimlerini bile Öcalan, (Suriye, İran) açıklayarak Türkiye’yi tehdit etmektedir(s.79). Kürt Sorunu’nu PKK’dan, PKK’yı ise Öcalan’dan ayrı düşünmenin imkanı kalmadığını savunan Çandar’a göre sorunun çözümü ancak, “eşit vatandaşlık, statü ve hükümranlık paylaşımı” ile gerçekleşebilir(s.81). Bu isteklerin Türkiye’nin büyük çoğunluğuna nasıl kabul ettirileceği gibi bir sorunun cevabı ise raporda yer almamıştır. Çünkü Kürt nüfusunun giderek çoğunluğunun Türkiye’nin batısına taşındığı bir dönemde, Kürtlerin dışında kalan büyük çoğunluğa böyle bir sonucu kabul ettirmek her hangi bir siyasi iktidarın sınırlarını oldukça zorlayacak gibi görünmektedir. Ahmet Türk vb. kimselerin sıkça “genç Kürt kuşakları çok kızgın bizimle bu sorun çözülmezse onlarla hiç çözülemez” diye özetledikleri tehdit içerikli söylemleri(s.83) gerçeğin ancak bir bölümünü açıklamaktadır. Çünkü son otuz yıllık süre içinde nüfusun büyük çoğunluğunun genç kuşaklarında da büyük bir duygu kopması yaşanmıştır. Onlarında kızgınlığı giderek çoğalmaktadır. Oysa iç göçlerle nüfusun giderek daha çok entegre olması böyle tehditli açıklamaları çözüm için bir unsur olmaktan çıkarmaktadır.
Kürt Sorunu’nun giderek PKK’ya ve Öcalan’a bağımlı hale getirilmesi de sorunun “bir statü ve hakimiyet paylaşımı” olarak ele alınması da çözümü zorlaştırmaktadır. PKK ile yapılan müzakerelerle ancak onun razı edilmesi ile bu sorunun çözülebileceğini ve böylece “PKK’nın Türkiyelileşeceğini” iddia eden Türk en süt güvenlik bürokratları ise koynu çözmek bir yana anlamaktan bile uzak olduklarını göstermektedir. Büyük hayallerin bağlandığı yeni anayasa ile “Kürtlere yeni bir statü verilerek sorunun çözülebileceği” beklentisi de (s.87) gerçekçi olmaktan çok hayalci bir yaklaşımı göstermektedir. Çünkü ırk esaslı olarak yalnızca Türklere ve Kürtlere yeni anayasa ile verilecek bir statünün önce Türklere sonra da Türk ve Kürt olmayanlara (Arap-Arnavut-Abaza-Boşnak-Gürcü-Zaza) izahı yeni sorunlara çatışma alanlarına kapı açacaktır.Bu da yeni sorunlar demektir. Öcalan’ın yaşarken sorunun çözülmesinde acele edilmesi ve PKK polit bürosuna siyaset yolunun açılması gibi Çandar’ın önerileri de(s.88-89) siyasi gerçeklikten uzak romantik fanteziler durumundadır.

SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA
Arslan Tekin, İmralı’daki Konuk, Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul 2009.
Aksiyon Dergisi, 29-10-2010 Tarihli Sayısı.
Aliza Marcus, The PKK and The Kürdish Fight For İndependence: Blood and Belief, New York and London, New York University Pres, 2007.
Bejan Matur, Dağın Ardına Bakmak, Timaş Yayınları, İstanbul 2011.
Cengiz Çandar, Dağdan İniş-PKK Nasıl Silah Bırakır? Kürt Sorunu’nun Şiddetten Arındırılması, TESEV, Haziran 2011 Raporu.
Cengiz Kapmaz, Öcalan’ın İmralı Günleri, İthaki Yayınları, İstanbul 2011.
Haşim Söylemez, Aksiyon Dergisi,678 (3-9 Aralık 2007)
Hüseyin Yayman, Şark Meselesinden Demokratik Açılıma Türkiye’nin Kürt Sorunu Hafızası, Seta Yayınları, İstanbul 2010.
İlker Başbuğ, Terör Örgütlerinin Sonu, remzi Kitapevi, İstanbul 2011.
Mahsum Hayri Pir, Uluslar arası Karşı Devrim Hareketi,
M. Can Yüce, Doğu’da Yükselen Güneş,
M. Bayrak, Kürtlere Vurulan Kelepçe Şark Islahat Planı, Özge Yayınları, Ankara 2009.
M.S. Çürükkaya, Beyrut Günlüğü / Apo’nun Ayetleri, 14 Temmuz Yayınları, Basel 2000.
Nevzat Çiçek, İtirafçı-Karanlık Dönemin Tetikçileri, Timaş Yayınları, İstanbul 2009.

Etiketler : , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank