Cumhuriyet Tek Alternatifti
Tanzimat’la birlikte Batı’dan dilimize giren kelime ve kavramları çoğunlukla olduğu gibi alırken aslı Latince ‘respublica’ olan ‘cumhuriyet’ kavramını kökeni Arapça olan Türkçe kelime olarak almışızdır.
Bunda elitlerin uygulamayı daha iyi anlatma, kabullenmenin ve kendimize özgü hale getirme amaçlarının etkisi var mıdır bilinmez. Cumhuriyet kavramı öncesi dilimize giren ve aslında zımnen cumhuriyeti ifade eden kavram ‘meşrutiyet’tir.
Meşrutiyet, padişah yetkilerinin belirli ölçüde kısıtlandığı anayasaya dayalı parlamenter yönetim şeklidir. Bunun adı Batı’daki ifadesiyle ‘anayasal monarşi’dir. Cumhuriyet kavramında olduğu gibi burada da batılı isimlendirme yerine ‘meşrutiyet’ adıyla Türkçe isimlendirme kullanılmıştır.
Monarşi yönetimine karşı ilk kazanım olan ‘meşrutiyet, sultan ikinci Abdülhamit gibi bir padişah tarafından 1876’da ilan edilir. Bir süre sonra ehil siyasetçi Sultan, mevcut şartlarda Osmanlının ‘meşrutiyete’ hazır olmadığı kararıyla 1908’e kadar meclisi kapatmıştır. Avrupa aslı ‘anayasal monarşi’ olan ‘meşrutiyet’ fikri Genç Osmanlılarca dile getirilerek uzun yıllar halk tabanında işlenmeye çalışılmıştır.
‘Meşrutiyet istiyoruz’ diyenlerin asıl kastettikleri Hollanda ve İsviçre gibi ülkelerin çok önceden Fransa’nın ise 1789 ihtilalinden sonra uyguladığı Latince ‘respublica’ olarak isimlendirilen ‘cumhuriyet’ yönetimiydi. Meşrutiyeti şiddetle dile getiren devlet adamlarından Mithat paşanın “Al-i Osman yerine Al-i Mithat” olacak diye sayıklamasından bahsedilse de Osmanlı aydınlarının asıl hedefi çağdaş Avrupa devlet yönetimi ‘respublica’ yani ‘cumhuriyet’ti. Elbet asırlardır monarşik bir rejimin hakim olduğu bir ortamda birden bire ‘respublica’dan bahsetmek önceden hedefe ulaşmamayı kabul etmekti.
İngiltere’de ‘magna carta’ ile uygulana gelen Fransa’da 1789 öncesi uygulanan ‘anayasal monarşi’ Osmanlı aydını için ‘cumhuriyet yönetimine’ ilk basamaktı. Bunun için ‘meşrutiyetin ilanı’ büyük ümitler ve sevinçlerle karşılanmıştı. Meşrutiyetin ikinci defa ilanıyla Osmanlı aydınının hayali, toz pembe bir ülke geleceği iken maalesef acılar ve kan kırmızı sıkıntılar olacaktı. Devlet, otuz küsur yıldır baskıyla tuttuğu kendi aleyhine cereyan edecek olayların meşrutiyetle birlikte otuz yılın aksine on katı hızında kendi aleyhine gerçekleşmesine şahit olacaktı.
Elbette hata ‘meşrutiyette’ değildi. Devlet yönetiminin mevcut yapısının ve devletin bünyesinde barındırdığı etnik yapıların buna hazır olmayışları etken sebeplerdi. Sultan Abdülhamit’in tahttan indirilmesiyle sonunda iktidara gelen ‘ittihat ve terakki’ yönetimi, koca bir devleti hızla çökertecekti.
Birinci dünya harbide işin tuzu biberi olacaktı. Bu tuz biber tam yerine gelmiş ve İngilizler İstanbul’u işgal etmişler, dahası koca bir devlet yönetimini inhisarlarına almışlardı. Milli menfaatler söz konusu olduğunda derin devlet doğal olarak işleyecek ve Mustafa Kemal’in liderliğinde kutlu bir milli mücadele ile yeni bir devleti sonuç verecekti.
Rivayetler odur ki başlangıçta Osmanlı hanedanı dışında padişahlık konuşulmakla birlikte Genç Osmanlılardan bu yana aydın ve devlet adamlarının dile getirip işledikleri ‘meşrutiyet’ ötesi ‘respublica’yı (cumhuriyet) Mustafa Kemal Atatürk, seçecek ve 29 Ekim’den önce “arkadaşlar yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” meşhur sözünü söyleyecekti.
Gerek ‘meşrutiyet’lerin gerekse ‘cumhuriyet’in ilanlarını büyük ümitler, hedefler ve heyecanlarla karşıladığımız halde ‘cumhuriyet’in kuruluşundan doksan küsur yıl sonra bugüne bir çok yol kat etmekle birlikte henüz tatminkar bir hedefe ulaşabilmiş değiliz. Onuncu yıl nutkunda iftiharla ifade ettiği gibi çok kısa zamanda büyük işler yapıp büyük hedeflere ulaşan Mustafa Kemal Atatürk, devlet yönetiminde en büyük örnek ve önderimizdir.