Cumhurbaşkanımız Yalnız mı ???
1683 İslam için önemli bir milattı.
610 dan beri yükselen uygarlık yıldızı durdurulmuştu.
Batılıların ‘hasta adam’ dedikleri uygarlığın adamlarının gerilemeleri 1800 li yıllardan itibaren hızlanmış, 1876 da zirvelere ulaşmıştı.
30 Kasım 1918 de dibe vurmuştu İslam Uygarlığı temsilcileri.
Bizim bıraktığımız boşluğu sömürge Robinson Cruose’nin torunları kendi adını sormadan ‘Cuma’ adını verdikleri kendi dışındaki dünyayı parselleyerek sömürmeye başlayan başta İngiliz ve diğer batılı devletler doldurmuştu.
Artık mağdur ve mazlum insanların bir hamisi de yoktu yeryüzünde.
Sadece kendilerine ‘büyük’ (Büyük Britanya) ismini yakıştıran İngilizler önce beyin-gövde beraber bu sömürü sürecinin amiral gemisi olarak hareket ederken, daha sonra daha karlı gördükleri kendileri beyin pozisyonuna geçip, Abd’i beyne mutlak itaat eden bir vücut fonksiyonuyla kendileri yerine devreye sokmuşlardı.
Kurdukları BM, Nato, Unesco, Who, İmf, Dünya Bankası v.b. uluslararası örgütlerle sistemi sağlamlaştırmışlar, tüm olukları kendilerine bağlamışlardı.
200 yıllık saltanatları boyunca kendilerine ‘YENİLMEZ ARMADA’ diyerek tüm dünyaya KORKU salmışlardı.
Bu korkuyu salarken tarihin benzerini daha önce asla görmediği dehşetli zulümler yapmışlar, en son Japonya Hiroşima ve Nagasaki’de olduğu gibi Atom Bombası kullanmaktan dahi çekinmemişlerdi.
Kurulan zulüm ve sömürü imparatorluğunun en önemli argümanı KORKU olmuştu.
Bu korku nesilden nesile öteki dünyanın bilinç altına özel eğitimlerle,tekniklerle yerleştirilmişti.
Robinson Cruose Cuma’yı köleleştirmişti korkuyla.
Allah İblis’e bir kez daha MÜHLET vermişti.
İmtihan bunu gerektiriyordu.
Kulluğun yarısı SABIR, yarısı ŞÜKÜR dü.
Koca İslam Alemi 200 yıl SABIRLA imtihan edilmişti.
Allah kalpleri evirip çevirdiği gibi, çağları, asırları da evirip çevirendi.
Dilediğini zillete indiriyor, dilediğini izzete çıkarıyordu.(Al-i İmran,3/26)
Allah ümmete bir Davut vermiş ve Calut’a ve ordusuna karşı ‘One Minute’ diyerek bir taş atarak mücadeleye başlamıştı.
‘Dünya 5 den büyüktür’ diyerek devam etti uzun süreli bir mücadeleye ‘Uzun adam’.
Peki bu mücadelede yalnız mıydı ?
Bunun cevabını Kur’an-ı Kerim ve Sahih hadisten alalım.
Konuyu anlamak için Kur’an-ı Kerim’den Talut Calut mücadelesine göz atalım.
Tabut’un gelmesiyle İsrailoğulları Tâlut’un etrafında savaşa hazırlanmaya başladılar. Tâlut onların gençlerinden yaklaşık 70-80 bin kişi seçti. Tâlut ve ordusu Ad kavminden gelen Câlut ile savaşmak için Kudüs’ten ayrıldıklarında mevsim de hararetin çok olduğu bir zamandı. Tâlut ordusu ile hareket ederek çölü geçti ve ırmağa ulaştı.
Askerlerine biliniz ki, Allah sizi bir ırmak ile (Ürdün ve Filistin arasında suyu tatlı bir) imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı hariç hepsi ırmaktan içtiler. Nitekim hükümdarı dinleyip sudan bir avuç alanlar hem kendileri, hem hayvanları, hem de hizmetçileri bu sudan içiyor ve suya kanıyorlardı. Suya saldıranlar ise; ancak susuzlukları ve hararetleri artıyor ve dudakları kararıyordu. Sudan içenler Tâlut’tan ayrıldılar ve nehri geçemediler. Onlar imtihanı kaybettiler. Tâlut ve iman edenler beraberce ırmağı geçince:
“Bugün bizim Câlut ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yoktur, dediler.
Allah’ın huzuruna varacaklarına inananlar:
“Nice az sayıda topluluk çok sayıda topluluğu yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler”.
Tâlut’un emrine uyup, hiç içmeyen veya sadece bir avuç içip nehri geçen mü’minler iki kısma ayrıldılar.
Bir kısmı; dünya hayatı ve malını seven ve tabiatında korku olanlar Câlut’un 100.000 veya 300.000 kişilik ordusunu görünce “Bugün bizim Câlut ve ordularına karşı savaşacak gücümüz yoktur ” dediler.
Diğer bir kısım yani: Allah yolunda ölüme aldırmayan, imanı kuvvetli cesur kimselerde, korkanlara karşı; “Nice az topluluklar, Allah’ın izniyle çok toplulukları yenmiştir.” dediler.
Bu ayetlerden çıkaracağımız pek çok dersler vardır. Bunlar, İmtihan ve tasfiye, Emre itaat, İmanın gücü, Allah’a tam bir teslimiyettir. Tâlut ve ordusunun nehirle imtihan olması gibi; hepimiz hayatımızın bir çok bölümünde imtihan olunmaktayız. Kazancımızda helali gözetmekle; yaşantımızda İslam’ın emirlerini yerini getirip-getirmemekle; haramlarından kaçmakla , başkalarını da uyarmakla hatta yöneticilerimizi seçmekle imtihan olunuyoruz.
“Zamanın gerçeği budur, herkes böyle yapıyor, hangi çağda yaşıyoruz, dünya küreselleşti, düşmana karşı koyamayız” gibi birçok söz bize mantıklı gelse de, Kur’an ve sünnete uymayan hiçbir kişi, cemaat, topluluk, millet gerçek kurtuluşa ve zafere ulaşamaz. Dünyada kazanmış görünse de ahiretini kaybetmiştir. O gün imtihan vesilesi olan ırmak, bugün karşımıza makam, mevki, para ve dünyalık zenginlikler olarak çıkmaktadır. Elbette bu imtihan her dönem ve topluluğa göre farklı şekilde kıyamete kadar devam edecektir.
Hidayet üzere iken, İlim ve Salih amellerle meşgul olurken de bu imtihan devam edecektir Zira, emre uyarak ırmağı gecen inananlar ,içtikleri su ölçüsünce tekrar “tasfiye” olmuşlardır. İnananlar arasında dünya hayatı ve malını seven, ölümden de korkanlar Calut’un askeri gücünü görünce “bugün bizim gücümüz yoktur” deyip savaşmak istememişlerdir.
Peygamber Efendimiz (sav) buyurdular ki:
“Bir gün gelecek, her taraftan ümmetler (topluluklar) böcekler gibi üzerimize üşüşecek….”Biz dedik ki: O gün çok az mı olacağız ? Ya Resulallah! Peygamber (sav): O gün çok olacaksınız, fakat selin önündeki çer çöp gibi olacaksınız. O gün düşmanlarınızın kalbinden heybetiniz alınacak ve sizin kalbinize “VEHEN” yerleşecek.
-“Vehen” nedir Ya Rasülullah.
Dedi ki:
-“Dünya sevgisi ve ölümden tiksintidir.”
Talut’un ordusunda bulunan Hz. Davut’un da içinde bulunduğu Ahiretteki hesaptan korkan, Kuvvet ve Kudret sahibinin ancak Allah olduğuna iman eden, yardımın yalnız O’ ndan geleceğine inanarak tam bir teslimiyet ile emre itaat edenler nice az topluluklar çok topluluklara galip gelmiştir diyerek sadakatlerini gösterdiler. İtaatleri sebebiyle imtihanı kazanan az topluluk Calut’un ordusuyla karşılaşınca “tam bir teslimiyet”ile yardım için Allah’a yalvardılar. Bize düşen az da olsak Allah için Allah’ın dinini yüceltmek için çalışmaktır. Tüm işlerin yönetimi Mevla Tealanın dilemesine bağlıdır. “Sayısı az da olsa, Allah’ın yardım ettiği kişiler ”zelil“olmaz. Sayıları ve kuvvetleri çok da olsa, Allah’ın yardımsız bıraktığı kimseler “aziz” olamaz. Bedir ashabı da sayıca az olduğu halde Allah’ın yardımıyla zafere ulaşmıştır dediler.
Calut ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında, “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve (kalplerimizi cihada karşı kuvvetlendirerek) ayaklarımızı sabit kıl ve kafir kavme karşı bize yardım et.” dediler. Bakara suresi 251. ayet:“ Onları Allah’ın izniyle hemen bozguna uğrattılar. Davut (as) Câlut’u öldürdü. Allah O’na (Davud as) mülk ve hikmeti verdi. Ve O’na dilediğinden tam manasıyla öğretti. Allah’ın, insanların bazısını bazısıyla önlemeseydi, elbette yeryüzü fesada uğrardı. Fakat Allah alemlere lütufkardır. Düşman ordusuyla karşılaşınca Tâlut’un ordusunda bulunan delikanlı olan Davud sapanındaki taş ile Calut’u öldürdü. Ordusunu kısa zamanda bozguna uğrattılar. Allah’ü Teala Davut’a hem hükümdarlık, hem de peygamberlik vererek Zebur’u indirdi.
Bu bilinç altındaki korkunun etkisine bir örnek te İslam Tarihinden, Peygamberimizin hayatından.
Taifliler asırlarca Lat ismini verdikleri puta tapmışlardı.
Lat,Hübel,Uzza,Menat gibi Arapların taptığı 4 büyük puttan birisiydi.
Müslüman olunca kendisi de Taif’li olan Muğire bin Şube’yi ve Halid bin Velid’i Taif’lilerin putu Lat’ı yıkmak üzere bir müfrezeyi emrine vererek görevlendirdi.
Muğire müfrezeyle Taif’e Sakif kabilesinin putunun yanına geldi.
Bütün Sakîf halkı kadınlar, erkekler ve çocuklar hepsi olup bitenlere bakıyorlar, evlerden başlar uzanıyor, neler olduğunu görmeye çalışıyorlardı.
Ve hiçbir Sakîfli, o putun yıkılabileceğine ihtimal vermiyor, bunu imkânsız görüyordu.
Muğîre b. Şu'be kalktı, eline kazma aldı ve arkadaşlarına:
"Vallahi, sizi Sakîflilerin durumuna güldüreceğim." dedi.
Sonra kazması ile puta vurdu ve yere yuvarlanıp debelenmeye başladı.
Bütün bir Tâif halkı hep bir ağızdan çığlık attılar ve "Allah, Muğîre'yi rahmetinden uzak tutsun!
Rabbe onu öldürdü!" dediler.
Onu düşmüş vaziyette görünce:
"Haydi, kimin gücü yeterse yaklaşsın, yıkmayı denesin! Vallahi bu yapılamayacak bir iştir!" dediler.
Bu sözleri duyan Muğîre, fırlayıp kalktı ve:
"Ey Sakîf topluluğu! Allah sizi çirkinleştırsin! Lât dediğiniz, taş ve kerpiç parçalarından ibaret bir şeydir. Allah'ın afiyetine yöneliniz ve O'na kulluk ediniz!" dedi.
Sonra kazmasıyla Lâfın kapısını kırdı ve duvarlarına tırmandı. Onunla beraber başkaları da tırmandı Yerle bir edinceye kadar taş taş yıktılar.
Putun bakıcısı: "Temele indiklerinde, temel onlara kızacak ve onları yerin dibine geçirecek!" dedi, Muğîre, bu sözleri duyunca Halid'e: "Bırak, temeli ben kazayım!" dedi ve elbiselerini, zînet eşyalarını ve toprağını çıkarıncaya kadar kazdı. Bütün bir Sakîf'in dili tutulmuş gibiydi. Ancak içlerinden bir ihtiyar kadın: "Alçaklar onu (müslümanlara) teslim ettiler, savaşıp onu savunmadılar." diyebildi.
Hz. Peygamber'in (s.a.) elçileri, görevlerini yerine getirip döndüler. Putun deposundan çıkan elbise ve zîynet eşyalarıyla Rasulullah'ın (s.a.) yanına girdiler. Rasülullah (s.a.) da o mallan hemen o gün taksim etti. Kullarına zafer ihsan edip dininin izzetini koruduğu için Allah'a hamd etti.
Bu gün Cumhurbaşkanımız yalnız mı ? sorusunun cevabı bu iki kıssayla aktardığımız iki madde de gizli.
1.Dünya’nın(tuzlu) suyundan çok çok içen, içmemeleri kadar içen makam-mevki, para, kadın, şan, şöhret düşkünü, kısaca dünyaya zaafı olan defolu adamlar mücadele meydanından kaçıyorlar.
2.Taif’li Sakif kabilesinin yıllarca tapındığı Lat putunun yıkılmasında korktukları gibi başta İngiliz olmak üzere batılı devletlerin 200 yıldır yaydıkları korku algısı bilinç altında olanlar korkuyorlar, korkuyorlar, korkuyorlar.
Alemlerin Rabbi Resulü’ne ve ikinin ikincisi arkadaşına;
Eğer siz (ilayı kelimetüllah için) o (Peygamber)e yardım etmezseniz (mühim değil, Allah ona yardım edecektir). Hani vaktiyle inkarcılar onu iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir'le birlikte Mekke'den) çıkardıkları zaman, ona Allah yardım etmişti. Onlar (Sevr dağında) mağarada bulunurken, o arkadaşına: “Tasalanma, çünkü Allah bizimle beraberdir” demişti. Bunun üzerine Allah da o(na yardım etmiş ve arkadaşının kalbi)ne huzur ve güven indirmişti. Ve onu görmediğiniz ordularla desteklemişti. Böylece inkâr edenlerin sözünü (davasını) alçaltmıştı. Allah'ın sözü en yücedir. Çünkü Allah üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.Tevbe,9/40
Ve aynı ayetten aldığı ilhamla dibi gören adam İstiklal Şairi Mehmet Akif Ersoy şöyle demişti;
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak...
Evet Cumhurbaşkanımız yürüdüğü hak yolunda belki kemiyette az, ama keyfiyeti yüksek bir orduyla mücadelesine devam etmekte ve korku imparatorluğunun oluşturduğu karanlık bulutları dağıtarak yoluna devam etmektedir.
Önemli olan mücadelenin ‘Hak’ yolunda ve ‘Halis’ olmasıdır.
Zira ‘Muvaffakiyet (başarı) niyet-i halisenin neticesidir.
Sen mücadelene devam et Sayın Cumhurbaşkanım ve arkana bakma,
Biz Hak ve Hakikat yolunda peşinden geliyoruz.
‘Sen yürürsün rüzgar yürür
Bir sevinç boylanır dünyada
Çocuklar korkusuz büyür
Kan boğulur susar
Dokunup geçtiğin her kuraklık
Yemyeşil bir vadiye dönüşür.’(Adnan Yücel)