Culuk
Başta İstanbul olmak üzere, başlıca büyükşehirlerimizde bugün çektiğimiz sıkıntıların temel sebeplerinden biri, imar ve gelişme adına, vaktiyle yatırımları ve dolayısıyla cazibeyi dar alanlara hapsetmek suretiyle, ‘içinde yaşanacak şehirler’ kurmak yerine ‘içinden çıkılamayan sorunlar yumağı’ meydana getirmeyi başarmış(!) olmamızdır. Genel olarak Türkiye ölçeğinde bakıldığında da; kalkınmanın yükünü belli bölgelere yüklemenin bir sonucu olarak, “gelişimini büyük ölçüde tamamlamış” olan şehirlerde bugünkü manzara hiç de iyi sayılmaz. Bu açıdan bakıldığında Maraş’ın, halihazırda çeşitli gelişmişlik kriterlerine göre alt sıralarda olması; eğer, bugün gündelik işleyişi kaos sınırına dayanmış şehirlerden akıllıca dersler çıkarabilirse, azgelişmişliğini bir avantaja dönüştürerek kalkınması için bir fırsat olabilir.
Bu fırsatı heba etmemek için; kalkınıyoruz, gelişiyoruz derken, üç gün sonra kendimizi çözümü çok zor ve maliyetli olan problemler girdabının içinde bulmak istemiyorsak, kamu yönetimi, sivil oluşumlar ve vatandaşlar olarak bugünden sonraki süreci son derece akıllıca yönetmek durumundayız. Bu tespiti bir kenara yazıp, kısa bir bilgi aktaralım..
Bir Avrupa ülkesinin, üzerine titrediği, gözü gibi baktığı bir tavuk cinsi var. Evet, doğru okudunuz tavuk cinsi.. İddiaya göre dünyanın en lezzetli tavuğu imiş; tabii yemediğim için bu iddianın ne derece gerçeği yansıttığını bilmiyorum. Bildiğim şu; bu tavukları, kontrollü olarak özel bir ihtimamla ve doğal ortamlarda yetiştirip, öncelikle ve özellikle de devlet ricalinin protokol yemeklerinde mönünün önemli bir unsuru olarak övünçle ikram ediyorlar.
Başlangıçtaki tespitimden ve bu örnekten yola çıkarak bir küçük proje önermek istiyorum..
Gördüğüm kadarıyla Maraş’ın bazı bölgelerinde küçük sürüler halinde culuk besiciliği yapılıyor. Bu bölgelerden biri de Bertiz-Çağlayancerit havzasıdır. Bu havzada yetişen üzüm, ceviz, elma v.s. ile şıraya dayalı ürünlerin lezzetini iyi bilirim. Herkes bilir ki, bereketli toprakları, iklimi ve kendine mahsus havası ile gerçekten farklı bir bölgedir. Soru şu: Bu havalide, ciddi bir emek ve titiz bir planlamayla yetiştirilecek culuk eti; neden şehrimize şu veya bu sebeple gelen misafirlerin ağırlandığı sofraların baş yemeklerinden biri olmasın?! Devamında da devlet konuklarının ağırlandığı sofralara hatta dünya sofralarına neden girmesin?!
Tabii, bu işi kendi haline bırakarak belirttiğim sonuçlara ulaşmayı beklemek sadece ‘ham hayal’ olur. Yetiştirilecek culuk için; tür seçiminden başlayarak, üreticinin eğitilmesi, üretim alanlarının detaylıca planlanması, üretim ve beslenme yöntemleri, kesim ve işleme teknikleri/tesisleri, kesilmiş/işlenmiş olarak muhafazası, ambalajı/sevkiyatı, pazarlama ve tanıtım stratejileri gibi bir dizi çalışmanın özenle ve ciddiyetle yapılması gerekir. Ezcümle; anlık heveslerle olabilecek bir iş değildir, bildiğimiz manada ‘evecen’ bir hevesle değil, gerçekten ciddi manada bir “iş” olarak ele alınması gereken bir husustur.
Bu meyanda, halihazırda, toplam yatırımı asgariye indirerek ve gerekli eğitim çalışmalarını yapmak suretiyle mahalli üreticiyi sözleşmeli üretime yönlendiren uygulamalar da var. Bunlardan biri, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bazı köylerin halkı ile işbirliği içinde gerçekleştirdiği lale-sümbül soğanları ve mevsimlik çiçek üretimidir. Bildiğim kadarıyla üreticiye alım garantisi verilen bu çalışmayla, başlangıçta tamamı yurtdışından ithal edilen bu ürünler artık büyük oranda yerinde üretilmektedir. Bu ve benzer örneklerden yola çıkılarak; küçük ölçekte fakat yeterli sayıda üretici ile müşterek çalışma ve iyi bir organizasyon ile, önerdiğim konuda başarılı bir proje yürütmek pekala mümkündür.
Yazının başında değindiğim dengesiz gelişme riskini bertaraf etmek ve üretimi, yatırımı, gelişmeyi ve tabii ki nimetlerden faydalanmayı şehrin her beldesine adilce yaymak için mütevazi sayılabilecek bu tür proje ve uygulamaları yaygınlaştırmanın son derece faydalı ve gerekli olduğu kanaatindeyim. Bu bağlamda, Çağlayancerit ve Bertiz havzasında; organik yetiştirme tekniği ve lezzeti ile, ününü değil Maraş’ın, ülke sınırlarının dışına taşıma potansiyeline sahip ‘culuk yetiştirme projesi’ neden ilk adım olmasın?!
Ha siz adına ‘culuk’ demezsiniz de herkes anlasın diye ‘hindi’ dersiniz, ona da kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum…