Çözümde, ya Herro ya Merro Dönemi
15 Şubat tarihini geçtik.
Bu tarih Öcalan’ın Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye getirildiği tarihti.
Başta Öcalan olmak üzere, silahlı PKK ile silahsız BDP ve taraftarları bu tarihi en başından beri “uluslararası komplo” olarak değerlendirmişti.
Bu anlayışa göre, uluslararası komploda başı ABD çekiyor ve arkasından sırayla İngiltere, İsrail, Yunanistan, İtalya, son olarak da pek tabii ki Türkiye geliyordu.
Uluslararası komplo denmesine rağmen, ancak ne hikmetse kabak yine sadece Türkiye’ye patlamıştı. Türkiye’de bazı şehirlerde protesto gösterileri gerçekleştirildi, bazı şehirler savaş alanlarına çevrildi, toplam 270 araç molotoflanarak yakıldı. Ne ABD’ye, ne İtalya’ya, ne de bir başka ülkeye yönelik en ufak bir eylem veya protesto gerçekleştirilmemesi, hatta kınama mesajı dahi verilmemesi düşündürücüydü. Öyle ya, madem ABD Öcalan’ı yakalamış ve Türkiye’ye teslim etmişti, en azından bu ülkeye veya mevcut temsilciliklerine yönelik bir eylemsel etkinlik beklenebilirdi, ancak aynen bundan öncekilerde olmadığı gibi yine bu sefer de olmadı. Düşündürücüydü!
Gelelim asıl konuya, ya herro ya merroya…
Örgüt şimdi, Kürt vatandaşları, sıcak ve canlı yaşadığımız Mısır benzeri bir halk ayaklanmasına davet ediyor. Yayın organları, hemen hemen her gün taraftarlarını ayaklanma anlamına gelen “serhildan”lara çağırıyor. “Serhildan” kelimesi artık çok, hem de çok sıklıkla kullanılır hale geldi şu günlerde.
Önümüz bahar. Örgütün yıllardır sürdürdüğü bir savaş politikası var. Sert ve zor hava koşulları nedeniyle kışın dinlen, eğitimlen, bahar ile birlikte yeniden hareketlen politikası. Strateji bu. Hiç öyle dedikleri gibi “ateşkes” falan değil bu. Öcalan, her ne kadar “seçime kadar ateşkes” dediyse de, bazı taleplerine yönelik Hükümet tarafından adımlar atılmaz ve kendi şartları tekrar gözden geçirilmez ise aradan çekileceğini, sorumluluk almayacağını açıkladı. Bu, şu anlama geliyordu; kendisi serbest bırakılacak ve Demokratik Özerk Kürdistan kurulacak, aksi taktirde kan eskisinden daha fazla akacak. Yani, zora koşma ve tehdit. Kürt sorunu denilen sorunun gelip dayandığı nokta tamamen ve yalnızca bu.
Gelin çıkın işin içinden!
Atasözlerinin derin anlamı ve çok büyük önemi var, haklılık payı % 100. Ne demiş atalarımız; “Başkasının ipiyle kuyuya inilmez”, inersen, işte böyle çırpınsan da çıkamazsın.
Atasözleri demişken, “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir” sözü, bugün olmasa bile önümüzdeki belki uzun, belki kısa, belki de orta vadede ülkenin bölünmeye gideceğine dair öngörüyü tam olarak anlatıyor. Bu sürat ve bu ivme ile ülke er veya geç bölünecek gibi görünüyor. Perşembe görünüyor.
Ne yapmalı, nasıl yapmalı o halde?
Naçizane tavsiyem şudur; ya “ver kurtul” mantığı, ya da “asla” görüşü masaya yatırılmalıdır.
Hiç doğru olmamasına rağmen “Kürt sorunu” adı verilen bu sorunun gelip dayandığı nokta maalesef, amiyane tabirle “ya herro’dur, ya da merro”. Gerisi kandır, yalandır, kan ilelebet akmaya devam eder, edecektir.
“Ya da asla”nın anlaşılamayacak yanı yokken, “Ver kurtul”un biraz açıklanmaya, biraz açılmasına ihtiyaç vardır.
“Ver kurtul”…
Bunu diyebilmeniz için önce, Türkiye kamuoyunun tümüne gelinen noktayı açıklamanız, işin ciddiyetine ilişkin kamuoyunu bilinçlendirmeniz gerekecektir.
Hemen arkasından, arayı soğutmadan “Ver kurtul”un kesin şartları ortaya konulmalıdır. Buradaki en önemli nokta, Batıda yaşayan Kürt vatandaşların durumu olacaktır. “Ya herro, ya merro, yok öyle 3 köfte 5 kuruşa” durumu, yumurtanın kapıya dayandığı, zurnanın o garip sesi çıkarttığı noktadır, ki bu nokta sonuçta, “Ya da asla”nın ta kendisidir ve tek çaresidir.
Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com