Çözüm Süreci | Silahsızlanma Vaazı Üzerine
Ortadoğu'da süregelen bir 'sorun' vardır. Aydınlar ve araştırmacılar bu soruna "Kürd Sorunu" demişler. Türkiye baştanberi Kürd kavramına soğuk baktığı için, buna "Güneydoğu Sorunu" diyor/du. Bir zamanlar 'sorun' bile denilemeyen bu sorunun adı 'terör / çapulcu belası' idi. Uluslararası arenada ve İç Baskıdan ötürü Türkiye'nin prestiji namına Türkiye devlet olarak artık bu soruna Kürd Sorunu demeyi becerdi.
Doğrusu ilk başlarda kolay olmadı. 90'lardan sonra çözüm arayışlarına doğru ilerleyen devlet, Turgut Özal'ın çabalarıyla 95'lerde bu irade netleşmeye başladı. Ecevit'in son döneminde Kürdçe radyo ile pratikleşen çözüm süreci, Erdoğan'ın Kürdçe kanalı ile başlayan açılımları zikzaklarla süregeldi. Yanı sıra PKK de 90'lardan sonra diyaloğa hazır olduğunu ilan etmeye başladı. Nitekim verdiği tek taraflı eylemsizlik süreçleri bunların somut örnekleridir. Ancak her nedense bir türlü çözülemedi bu sorun. Neden?
Konuya üstün körü bakan biri dış mihraklar {İsrail-ABD vs.} ile iç mihraklar {Ergenekoni, Jitem vs.} bahanesini öne sürebilir/di. Ancak gelinen noktada paşalarını içeri tıkayan bir Türkiye ve İsrail'e açık hava Davos'ta posta atan bir devlet söz konusu olunca bu bahaneler de havada kalıyor. İşim diplomasisi, politik kısmı veya siyasi yönleri bir tarafa {...} Uluslararası hava da bir yana. Bu zaten hep bahane edildiği için konuşulması gerekmiyor. Sonuçta burada bir ilkeli yaklaşım söz konusu olmalıdır. Eğer ki, hangi ilke diyorsanız, ki buna herkesin hakkı vardır; burada birçok cevap verilebilir.
Örneğin Uluslararası siyasetin tek ilkesi "ulusal çıkarlar"dır. Bunun Türkçesi şudur: "Silan varsa, paran varsa, gücün varsa kazanırsın, yoksa ezilirsin." Eğer böyle bir ilke kabul edilecekse, ki pragmatik bir dünyada ahlak budur. O zaman şunu açıkça sormalıyız kendimize PKK neden silah bıraksın, faydası olacak mıdır? Onu bilmem ama hiç kimse elindeki gücü ve silahı bırakarak, kısaca kendisini yok ederek fayda sağlayamaz kendisine. O nedenle PKK bir faydası olmadan silahını bırakması, pragmatik ahlaka göre saçmalıktır. Ama biz burada pragmatik ahlakı bir yana bırakıyoruz.
Nihayetinde söylenen türkü barış türküsüdür. Kardeşlik, eşitlik, demokrasi türküsüdür. Evet bir İslam çatısı düşünüyor. Ümmetiz, kardeşiz, insanız deniliyor. Doğru olan da bu değil mi? Neden savaş olsun, analar ağlasın, babalar evlat acısı çeksin? O zaman 'kardeşlik' penceresinden bakalım.
Öncelikle Türkiye'de her Kürd birey olarak özgürdür. Yani bir Kürd, sırf Kürd olduğu için yaşamı elinden alınmıyor. Bu tıpkı her Müslüman kızın özgürlüğüne benzerdir... Bu tıpkı her Türkün veya Arabın birey olarak başka bir ülkede özgür olmasına benzerdir. Ancak burada söz konusu olan 'bireysel haklar' değildir. Soruna böyle bakıldığı sürece, devlet kendi vatandaşını kandırmaya devam edecektir ama sorun çözülemeyecektir. Bir örnek verecek olursam, bir Türk, bir Arap, bir Fars veya herhangi bir insan dilediği ülkede, dilediği şekilde yaşayabilir. Ama burada 'insan' olarak özgür olur. Temel bireysel haklara kavuşur.
Bir ingiliz ile türkü düşünün, her ikisi de mahkeme karşısında özgürdür. Hırsızlık, çulsuzluk, gasp veya adam öldürdüklerinde, mahkeme etnik kökenlerine bakmadan yargılar. Türkiye'de de bu şekildedir. Mahkemelerde adi suçlara eşit muamele yapılıyor. Ayrıca herkes birey olarak her makama ulaşabilme hakkına 'hukuken' sahiptir. Lakin işin en can alıcı noktası şudur ki, Kürdlerin bugün tarif edilen sorunu 'bireysel' hakları değil, kollektif olan haklarıdır.
Türkiye'de bütün ırkların hukuki hakları vardır. Hatta 'lanet tokası' altında kalan Ermeniler bile 'azınlık' statüsündedirler. Onların kendi okulları vardır. Kendi okullarında -diledikleri şekilde- eğitim görebiliyorlar. Kürdler ise Türkiye'de 'azınlık' olarak görülemedikleri için, bu haklardan faydalanamamışlar. Peki ama azınlık olmayan bir halkın dili değersiz midir? Türkiye'de iki tür hakk vardır, ya azınlıksın, ya da çoğunluk... Kürdler ise ne 'azınlık' ne de 'çoğunluk'tur.
Nedir peki? Buna lafı gevelemeden 'fazlalık' diyebiliriz. Çoğunluk olarak görülen Türklerin dili resmidir, azınlık olarak görülen halklar ise kendi okullarına ve haklarına sahiptirler ama Kürdler ne azınlık, ne de çoğunluk oldukları için 'fazlalık' statüsünde değerlendirilmişler. Ki bugün Türk Milliyetçiliğinin sloganı haline gelen 'Kürdler Irak'a veya 'Kürdler Dışarı' söylemi de bu zihniyetten türemiştir. Peki ama devlet adım atıyor... TRT Şeş açıldı... Ama zaten Kürdlerin kendi kanalları vardı ya... Üstelik Kürdler TV kanalı izlemek zorunda mıdır? Kaldı ki zaten TV açmak bir açılım değildir.
Herkes TV açabilir. Bunun tek farkı vardır, o da devlet 'kendi propagandasını' Kürd dilinde yapıyor. Anadil eğitimi tanınmıyor, Anadilde eğitim ise hayal olarak niteleniyor. Öyle diyordu vekillerden biri 'anadil şeytanın işidir'.
Bu çocuksu tartışmalar bir yana... Sosyologlar artık şu analizi iyi yapıyorlar; PKK bir neden değil, sonuçtur. Yani Kürd sorununu yaratan PKK değildir. Kürd sorunu zaten vardı, PKK bunun bir sonucudur. PKK olmasaydı başka bir örgüt ortaya çıkardı. Biraz daha sadeden gelirsek, lafı gevelemeden ve karın diliyle konuşmadan esas kaynağa inelim. Osmanlı çöküşe girdiği sırada, bütün halklar kendi devletlerini kurdular. Arapların 22 devleti oluştu. Hatta Arapların bir tane daha devleti olsun diye İsrail ile amasız bir savaş furyası dönüyor.
Türkün bir devleti, devletçiği oluştu. Kürdler ise sırf insani davrandıkları için ortada kaldılar. Ortada kaldıkları yetmedi, bir de ezildiler. Sürüldüler... Zamlumiyyet edebiyatı yapacak olursak; Kürdler evet mazlum bir millettir. Bugün zalimlik edebiyatı yapanlar bunu anlayamaz. Ama mazlum olup - olmamaları konuyu değiştirmez. Örneğin yapılan binlerce kırım olmasaydı bile, Kürdün yine hakları olurdu. Ancak Kürdün kafası ezildikçe bu haklarına daha çok yapıştı. Kürdler daha önce dillerinden vazgeçmeyi fazla düşünmediler.
Onlar için önemli olan Rusların çıkması, yabancıların bu topraklardan defolmasıydı. Lakin yabancılar gidince, kafalarına da dört devletin sopası inince, oturup kendi haklarını konuşma fırsatı buldular. Ama çok geçti !
Devletler kurulmuş, planlar yapılmış ve her halk haklarına kavuşmuştu. Bir tek Kürdler kalmıştı. Kırk milyonu aşan bir halk dörde bölünmüştü. Bu duyguyu anca bir Kürd paylaşabilir gerçekten. "Vatan bölünmeyecek".... Onun vatanı bölündüğü zaman 'bölücülük' kavramı henüz kendisine verilmemişti.
Bu duygusal satırların bir faydası yoktur pragmatist dünyada. O nedenle Kürdün tek adresi silah oldu. Baba Barzani savaşa başladı. Bütün Kürdler silaha 'sarılmak zorunda bırakıldı'. İşte o zaman PKK ortaya çıktı... Bugün ise silaha sarılmak zorunda bırakılan Kürde, hiçbir şey vermeden silah bırakması vaaz ediliyor. Silah kötüdür. Çok kötüdür. Ama Suriye'de Emperyalizm El-Kaide gibi vahşi katillere silah yağdırırken, her tarafta örgütlere silah verilirken, Kürdün silah bırakmasını öğütlemek ikiyüzlülüktür. Hele hele 'anadil eğitimi' gibi basit hakları bile iade etmeden, 'silah bırak, barışalım' demek siyasi cambazlıktır. Peki Kürdler bunu yer mi?
Eğer yüzyıl önce olsaydı, bizdeki evlat acısı ile Türklerdeki kuyruk acısı olmasaydı; doğru dostta olurduk, silah da bırakılırdı. Ama artık çok geç... Geçti o pembe günler.
Çözüm nedir peki?
"Kendin için istediğin her hakkı kardeşin için istemedikçe, tam güven / iman etmiş olmayacaksınız.'