Çok Koyunlu Çobanlık Sistemi…
Geçtiğimiz günlerde, çakma mehdi Adnan Oktar hazretleri, sahibi olduğu ve bütün gün ‘bacılarıyla’ birlikte ekranından inmediği televizyon kanalının ekranlarından bana verip
veriştirirken, üstelik bambaşka bir konudan bahsederken, İşçi Partisi Lideri Doğu Perinçek ile çekilmiş bir fotoğrafımı ekrana getiriyordu.
Yaratmaya çalıştığı algı basitti Adnan Oktar’ın; “Bakın bu adam Doğu Perinçek’e yakın, yani Ergenekoncu... Hem solcu, hem sosyalist. Üstelik evrim teorisini savunuyor, Allah’sız, dinsiz...”
Biz sosyal medyada kişileri, notları ya da paylaşımları etiketleriz... Ya da internet sitelerinde, haberler, makaleler ‘etiketlenir’ çabuk bulunabilmesi, sınıflandırılabilmesi için...
Oysa bakın, yukarıdaki cümlede kaç tane etiket var... Kaç tane yafta, bir anda boynuna asılıveriyor insanın. Ya da, biz günlük yaşamımızda kaç kişiyi, kaç farklı şekilde yaftalıyoruz? “Kürt, Laz, göçmen, sünni, alevi, Arap, muhacir, Patiriyot, mason, siyonist, dinci, tarikatçı, cemaatçi, laikçi, eşcinsel, içkici, hapçı, serseri, it-kopuk, dolandırıcı, yalancı, rüşvetçi, çıkarcı, faşist, komünist …”
Bir defasında, yazdığım bir derginin yöneticisinden bir e-posta almıştım. Yazdığım kimi haberlerden dolayı uyarıyor ve “Şucu bucu oluruz maazallah. Bizim halkımız etiket yapıştırmayı çok sever.” diyordu. Yaftalanmaktan korkuyor ve bunu açıkça dile getiriyordu...
Yaftalanmak, etiketlenmek biz gazetecilerin kaderinde var. Gazete sahibi ya da köşe yazarıysan tamam da, bir gazetede beden emekçisiysen bile kaçamazsın; ya iktidar yalakasısındır, ya muhalif...
Yaptığın her yorumdan bir işaret çıkarırlar. Bir şeyi ‘gerçekten’ beğenme, birilerine ‘samimiyetle’ hak verme ya da bir şeylere ‘harbi harbi’ kızıp, eleştirme, fikrinizi söyleme hakkınız yoktur. Beğenip, hak verdiyseniz yalaka, şakşakçı, yok eleştirdiyseniz düşman, ‘istemezükçü’, muhalifsinizdir...
Örneğin ben; İşçi Partisi saflarında yer aldım hatta aktif siyaset yaptım. Ama o zaman bile bazı politikalarını, kararlarını, söylemlerini benimsemez, karşı çıkardım. Doğu Perinçek’i hala her gördüğümde önümü iliklerim, gözaltına alındığı gün evlerinde polisler didik didik arama yaparken, ben ev telefonlarından Şule Hanım ile sohbet ediyordum. Mehmet Perinçek ile yazışırım, Silivri Cezaevi’nde malum davalardan yargılanan, tutuklu olan bir çok ‘mektup arkadaşım’ var, kiminin de kızıyla, eşiyle sohbetim, kiminin avukatıyla tanışlığım... Şu an İşçi Partili falan değilim ama çevremde, partinin hem de en tepesinde yer alan bir çok kişi var, buna rağmen bazı şeyleri yine asla benimsemiyor, kabul etmiyor, itiraz ediyorum. Mesela bugünkü, orduya karşı tutumlarını fazlasıyla militarist hatta darbe çığırtkanı, Kürt konusundaki bakışını fazlasıyla faşizan buluyorum. Aynı şekilde CHP safında da yer tuttum ama hiç bir zaman, hiç bir söylemlerini, tutumlarını, kararlarını yüzde yüz benimsemedim, kabul etmedim. Deniz Baykal’ı sevmezdim, teraziye vursak Kılıçdaroğlu’nun da on söyleminde birine alkış tutmam, CHP üyesiyken referandumda ‘yetmez ama evet’ dedim, şimdi de seçim olsa, oyumu CHP’ye vermem.
Yine de, iktidara, AKP’ye, kadrolarına ya da eylemlerine en ufak bir dil uzatışımda, eleştirimde hemen etiket hazırdır; “Bu herif İşçi Partili, CHP’li, solcu, zaten muhalif...” Yanılıp da iktidarın, hükümetin bir kararına, bir söylemine, ucundan da olsa, kenarından da olsa “doğru” demeyeyim. Ya da empati kurup, kendimi ‘onların’ yerine koyup “Adamlar haklı” demeyeyim, hemen cevaplar hazırdır; “Vay dönek! Vay satılmış! Kaça sattın kalemini? Sen de mi yandaş oldun?”
Bu gibi kişiler için dünyada ‘gri renk’ yoktur, her şey ya siyah ya da beyaz olmak zorundadır. ‘Belki’ diye bir şey kabul etmezler, ya evettir, ya hayır... Empatiyi bilmezler, kendilerini bir kez olsun karşısındakinin yerine koymamış, “ya ben olsaydım” diye düşünmemiştir. Farklı hayatlara, farklı görüşlere, farklı bakışlara kafa yormamıştır. Zaten, savundukları şeyler de kendi görüşleri, kendi fikirleri değil, öğretilen, ezberletilen, kafasına ite-kaka sokulan bilgilerdir.
Peki... Siyasi sistemimiz ya da demokrasimiz, kuklalıktan, koyunluktan mı ibaret? Mensubu olduğum bir partinin, bütün kararlarına, günahlarına, hatalarına ortak olmak zorunda mıyım? Liderin ağzından çıkan her şey, benim amentüm müdür? İtiraz edersem, kabul etmezsem bunun tek ismi ‘parti içi muhalefet’ midir? Bir liderin tüm düşüncelerine, tüm söylemlerine, değil partilisi, ikiz kardeşi olsa hiç itirazsız, firesiz, yüzde yüz katılır ve benimser mi? Bunlar demokrasinin özellikleri midir, yoksa açık seçik bir diktatöryanın mı? Çok partili demokraside miyiz, çok çobanlı bir koyunluk mu yaptığımız?
YARIN SEÇİM OLSA...
Bu yazıyı yazarken, partiler kısmında aklımı kurcaladı, hatta yazdım, sildim. Sonra ayrı bir başlık altında belirtmeye karar verdim. Yarın seçim olsa, İşçi Partisi’ne ya da CHP’ye oy vermem bu çok net. AKP ve MHP’ye zaten ihtimal dahi vermeyerek, tasnif dışı tutuyorum. BDP bir Kürt Milliyetçi Partisi haline geldiğinden, daha doğrusu bundan beslendiğinden, ben de Kürt olmadığımdan, üstelik de -en önemlisi- terörle arasına mesafe koymayı başaramadığından, onun da şansı yok. Geriye ne kalıyor? Yeşiller’le EDP’nin birleşeceği yeni parti ya da “amacımız 500 Bin oy” diyen TKP gibi marjinal alternatifler mi?
Kaynak : http://www.internethaber.com/cok-koyunlu-cobanlik-sistemi...-13360y.htm#ixzz29PAGfzI1