content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

02 Eki

Çocuklara Ne Vermeli?

Bir eğitim bilimcinin, bir akademisyenin makalesi kalitesi seviyesinde olmasa da bir yazı denemesi daha yapmak konusunda,bu akşam karar verdim. Eğitimin içinde olan bir insan olarak ben az da olsa haddim olarak birkaç satır yazabilmeliyim. Bazı önerilerde bulunabilmeliyim. Birbirine yakın; az yakın, çok yakın bazı örneklerle, bu çocuklara neler vermemiz gerektiği konusunda kafalarınızda umarım bir şeyler uyandırabilirim.

Şu sözlerle başlamak isterim:

"Çocuklarınıza, mağaza vitrinlerine değil, gökyüzüne bakmayı öğretin." Bu sözü, belki kendisi de alıntı yaparak, katıldığım bir panelde Prof Dr. Nejla Kurul Tural ifade etmişti.

Bu sözü, ben, çocukken kendiliğimden iyi anlamış olacağım ki genelde ağzım açık yukarı bakarak gezerim...Çoğu kişi de dalga geçer benimle. Fakat bir faydası da oldu: Dünyanın döndüğünü ben kitaplardan değil gökyüzüne dikkatli bakmamla anlamıştım. Yarı şaka bir yana, Tural'ın sözlerinin manası biraz daha farklı elbette. Demek istiyor ki :eğer çocuklarınız binlerce yıldır hep aynı olağanüstü güzellikte ilerleyen doğaya,doğal oluşlara yabancı bir şekilde yetişirlerse, insanoğlunun kendiliğinden veya büyük çabalar sonucu ürettiği insani ve ahlâki değerlere yabancı yetişirlerse, bağımsız düşünmeyi/düşünebilmeyi öğrenemezlerse... sonuç felaket olur.

***

Çocuklara verilmesi gereken şeyler... Özgüven duygusu konusundan devam edelim...

Özgüven deyince, pek çok okulda yapılan özgüven konulu anket ve diğer tür araştırmalarda oluşan sonuçları hatırlıyorum .Ortalama %50'nin üzerinde -ki çok büyük bir rakamdır bu- bir istatistiki bilgi çıkıyor karşımıza. Yani bu çocukların ezici çoğunluğu, ne bağımsız düşünebiliyor, ne kendini kelimelerle ifade edebiliyor, ne kendi başına bir işi yapar hale gelebiliyor... Bu noktada itiraf edeyim: ben de, özgüven duygumu olması gereken zamandan çok çok sonra kazandım. Peki ya kazanamayan milyonlar ne olacak?.. Çözüm olabilecek birkaç düşüncemi yazayım:

Çocuklara NEDEN? diye sormayın. Ne düşündüğünü, ne yapmak istediğini sorun. Benim de sorunlarımdan biri bu oldu. Pek çok yakınım da dahil, pek çok insan hep ne yapmam gerektiği söylemeye çalıştı. Oldurmaya çalıştığım karakterimle, onların oldurmaya çalıştığı karakterler arasında hep çatışma çıktı. (İnadım ben! İllaki, ne isem o olacak; ama iyi, ama kötü.)

Sistemin tümü açısından düşündüğümüzde bir önerim daha var: Drama dersleri koyalım programlara... Drama, olabildiği kadar sistemin içinde var aslında. Fakat biraz daha farklı bir yaklaşımla getirebiliriz bu bileşeni. Okullardaki, eski adıyla kol çalışmaları, şimdiki adıyla kulüp çalışmaları şeklinde bir yapıdan bahsetmiyorum. Her çocuğun, her tür psikolojiye sahip çocuğun kendisini, sanki bir sohbet ortamındaymış gibi ifade edebilmesini sağlayabilmek için ciddi ortamlar hazırlayalım.

Yani, çağa ayak uyduracağız diye bilişim dersleri getirmek iş değil. Bunlar olsun tabii ki. Fakat her şeye de çağa uygun mu değil mi açısından bakarsak işimiz var! Bu insanoğluna ne uygun diye de düşünmemiz gerekir. Drama dersleri ciddi şekilde uygulanırsa olumlu sonuçlar doğurabilir. Çocuğun, kendisini ifade etmesinin başlangıç temelleri atılmış olur.

-Bir de, Çince dersi getirme saçmalığı vardı. Hangi aklı evvel düşündü bunu bilmiyorum, fakat bence akıllara zarar bir düşünce idi. Olmasın mı Çince? Olsun! Tabii olsun. Fakat ne zaman olacağını konusunu iyi düşünmek lazım.-

***

Neleri sevdirmeli çocuklara?..

Okulun karşısındaki küçük bakkal dükkanını  izliyorum... Bu bakkalın ayakta durabilmesini bu okul, yani bu çocuklar sağlıyor. Sabahın köründe bile kolaya, nevi belirsiz bir sürü şekerli gıdaya, cipslere, vs. bir sürü şeye, bir sürü öğrenci delirmişçesine ilgi gösteriyor. O tür cafcaflı şeyleri tüketmelerinin sebebi karınlarının aç olması değil.

Bu çocuklar büyüyecekler ve bir kilometre uzaktaki süper ve hipermarketlerde aynı açlığa ve tüketim çılgınlığına devam edecekler.

Neleri sevmeleri konusunda sorular sorarsak kendimize, bir sürü cevap almamız mümkün.

***

.....

Son olarak, John Locke'un, insanı/yeni doğmuş bir insan hakkında, bütün niteliklerden yoksun "ak kâğıt" ya da "boş oda" nitelemesini hatırlatarak konuyu bitireyim. Bu ak kâğıda ne yazarsanız insan odur.

Etiketler : ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank