Çılgın Projeler ve Tutucular
Efendim, Türkiye’de bazı ağızdan kurmalı aydınlar, hâlâ Abdülhamid Han’ın istibdadından bahsederek, O’nun gerici, tutucu, hatta Ermeni komitacısı edasıyla ‘Kızıl Sultan’ olduğunu söylerler. Ne yazık ki çok az kişi, O’nun 19. asrın en büyük reformisti olduğunun ve modernleşmeyi başlattığının farkındadır. 33 yıllık hükümdarlığı döneminde eğitim, milli savunma, ulaştırma, tarım başta olmak üzere Türkiye’nin en önemli reformlarını gerçekleştirmiş ve devrinin en büyük ‘yapanı’ olmuştur. Özellikle Türk ve Müslüman nüfusun yaşadığı bölgeleri abat etmiştir. Tanzimatçıların israfına karşılık Osmanlı borçlarını ödemiştir.
Abdülhamid Han’ın çılgın projesi ‘Hicaz Demiryolu’dur. Bu muazzam projesini kısa zamanda tamamlamış ve İmparatorluğun en önemli mahallerine ulaşımı sağlamıştır. Abdülhamid zamanında, önce Genç Osmanlılar, Jöntürkler, daha sonra da maceraperest İttihatçılar, Paris’te güya muhalefet yapan lafazanlar ile mason localarından örnek alan darbeci militaristler, Osmanlı’nın ‘yıkan’ tarafını meydana getirmiş ve bu maceraperestler 1909’da Abdülhamid Han’ı tahttan indirdikten sonra, birkaç sene içinde 620 yıllık koskoca İmparatorluğu tarihe gömmüşlerdir.
Atatürk’ün yapıcılığı ve CHP zihniyetinin yıkıcılığı
Efendim, sözün burasında kısaca bir terminoloji meselesinden bahsetmek istiyorum. Türk halkının çok büyük bir kısmı muhafazakârdır; ancak asla tutucu değildir. Muhafazakârlığın milli ve manevi değerleri koruma olarak anlaşıldığını gören bazı ideolojik uydurma dilciler, ‘koruma’, ‘himaye’ gibi anlamları bir tarafa atıp, muhafazakârlığı kasıtlı şekilde ‘tutucu’ olarak olumsuz anlamda kabul ettirmeye çalışmışlardır.
Lakin, muhafazakâr/tutucu olduğu iddia edilen halk her zaman köklü değişimlerin ve modernleşmenin yanında olmuştur. İşin tuhaf tarafı, ezanın Türkçe okutulması, Türk müziğinin radyolarda yasaklanması ve Şapka İktisası Kanunu (artık metruk hale gelmiştir) gibi inkılaplar, hakiki ve köklü sosyo-ekonomik değişimleri gerçekleştirmekten uzak kalmıştır. Zira CHP jakobenizmi, sosyo-ekonomik imtiyazları elinde tutabilmek için değişime karşı ve gerçek tutucu olmuştur.
Atatürk’ün en çılgın projesi, ‘Milli Mücadele’yi gerçekleştirmek ve yeni bir Türk devletini, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak olmuştur. Ayrıca, Türk Tarih ve Türk Dil projelerini de rahatlıkla sayabiliriz.
Lakin, bu dönemde ve özellikle İnönü döneminde, İttihatçı kalıntısı CHP kadroları, Atatürk’ün yapıcılığına ve demokrasi özlemine karşılık, totaliter tek parti diktasının yıkıcılığına devam etmiştir.
1938-1950 döneminde, yani ‘Şeflik Dönemi’nde, 2. Dünya Savaşı mazeret gösterilip, CHP tarafından deflasyonist bir politika izlenerek Türkiye geriye götürülmüştür.
Müttefiklerin baskısıyla savaş bittikten sonra Almanya’ya harp ilan eden Türkiye, savaş sonunda kendisine altın tepsi içinde sunulan 12 Adalar’ı dahi kabul etmekten korkmuştur.
Olumsuzluğun kurumlaştırılması
Ah efendim, bu millet nesiller boyu bu ‘yıkıcılar’dan neler çekti, bilemezsiniz. Bunun üzerine köşe yazıları değil kitaplar yazmak gerekir. İmtiyazları ve bürokratik hakimiyeti zedelenen CHP, 14 Mayıs’tan itibaren olumsuzluğu kurumlaştırmış ve ‘yıkıcı muhalefet’ politikasını geliştirmiştir.
Ancak, milletin büyük çoğunluğu, bir şeyler yapmak için âdeta çırpınan DP, AP, ANAP ve AK PARTİ icraatlarını anlamış ve tutuculuktan yana değil, yapıcılıktan yana olmuştur. Darbe tehditleri savuran muhalefetin, darbeciler sayesinde ve olağanüstü durumlarda iktidara geldiği istisnai dönemlerde, taş üstüne taş konulmamış ve yürüyen projeler durdurulmuştur.
Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve kültürel dönüşümüne imzasını atan rahmetli Menderes, tam bir çılgın projeler adamıdır. İktidar olduğu on yıl zarfında binlerce proje geliştirmiş; sefalet içindeki Türkiye’yi ‘mamur ve müreffeh’ bir ülke yapabilmek için çırpınıp durmuştur. Çılgın projelerinden olan ‘Vatan’ ve ‘Millet’ caddelerinin açılması sırasında CHP’li muhaliflerin ‘Bu kadar geniş yol yapıp da ne yapacaksınız? Oraya uçak mı indireceksiniz?’ demeleri, yıkıcılığın tipik bir tezahürüdür.
Türkiye’nin alt yapısına önem veren ve çeşitli barajlar yaptıran AP ve Demirel döneminde ise İnönü’nün ‘Bu kadar baraj niye yapılıyor? Fazla elektriği toprağa mı vereceksiniz?’ demesi meşhurdur. Bu arada, Demirel’in çılgın projesinin de şimdi yıkıcıların yanında olmasına rağmen, ‘Boğaziçi Köprüsü’ olduğunu söyleyebiliriz. CHP muhalefeti, Köprü’nün yapılmaması için Demirel’e kan kusturmuştur.
Darbe dönemlerinin yıkıcılığından söz etmeye tenezzül dahi etmiyoruz ama Türkiye’yi daima geriye çektikleri de bilinen bir gerçektir.
Rahmetli Özal’ın 1983 seçimleri sırasında rakibi merhum Necdet Calp ile TV tartışmasını hatırlarsınız.
Calp’in ‘Sattırmam!’ diye bağıran sesi, kurumlaşmış olumsuzluğun bir simgesi olmuştur. Bugün Boğaziçi Köprüsü, Türkiye’nin malı olarak yerinde duruyor ve Özal sayesinde kendini çoktan amorti etti. Bu arada merhum Özal, kısa zamanda Boğaziçi Köprüsü’nden daha büyük ve güzel ‘Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü de milletimize armağan etti.
Lakin Özal’ın çılgın projesi bence ‘GAP’tır. Tabiatıyla birçok kimsenin emeğinin bulunduğu bu projenin asıl sahibi merhum Özal’dır. Özal, Türkiye’nin çehresini değiştirmiş, büyük bir dönüşümü gerçekleştirmiş ve ülkeye çağ atlatmıştır.
‘Hey gidi küheylan koşmana bak sen’
Son dokuz yılda Türkiye’yi katlayarak geliştirmiş ve son yüzyılın en önemli değişimini gerçekleştirmiş Başbakan Erdoğan, Türkiye coğrafyasını değiştirecek çılgın projesini açıklayınca, malum çevreler her zamanki yıkıcı muhalefetlerini yapıyorlar ve olmadık bahanelerle bu muazzam projeyi engellemeye çalışıyorlar.
Biz çılgın projeci Başbakanımıza rahmetli üstat gibi seslenmek istiyoruz:
‘Tohum saç, bitmezse toprak utansın
Hedefe varmayan mızrak utansın
Hey gidi küheylan koşmana bak sen
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın.’