Çeşmenin Başında Çamaşır Yıkayan Kadınlar…
Akın akın gelirlermiş çeşme başına çamaşır yıkamaya… hiçbir kuvvet alıkoyamazmış her Allah’ın günü onları çeşme başında toplaşmaktan… arada su almaya geleni de olurmuş tek tük; ama ekseriyeti gelirmiş çamaşır yıkamaya.
Çeşme de çeşmeymiş, benzemezmiş “bildiğimiz” çeşmelere… gelene, bakana, görene, ihtiyaç sahibine göre değişirmiş çeşmenin niteliği… kimine göre gürül gürül akan, çağıl çağıl çağlayan bir deli suymuş; kimine göre ise kuyu başı… kimine göre çölde bir vaha, kimine göre musluktan akan su… kimine göre koca bir derya kimine göre melanet ocağı, kurbağa, yılan, çıyan yuvası… çeşmeyi nasıl görürlerse görsünler; yapamazlarmış çeşme başına koşmadan…
Ali Ekber Osman Efendi’nin, Ünsüz Yazar Halim ve de Selim Bey’in zamanı ve mekanı eğip büktüğü (tayy-ı zaman, tayy-ı mekan) bir dünyada… ne çeşme onlardan geri kalırmış ne de çeşme başında çamaşır yıkayan kadınlar…
Bir iken bin, bin iken sıfır olmanın sırrına vakıfmış kadınlar. Çeşmenin başında birer ikişer toplaşır, kalabalıklaşırlar… çoğaldıkça sırra kadem basarlarmış…
Bilirlermiş çeşmenin başında her daim en az iki kadın olduğunu… çeşme başı ne kadınsız kalırmış ne de tek kadınla baş başa… Sureta çeşmenin başında tek bir kadının olduğunu görenler de olurmuş amma tek kadın dahi kendi içinde çift kadınmış… o yüzden çeşme başı ne kadınsız kalırmış ne de tek kadınla baş başa…