Cerrahpaşa Tıp Dönem Birincisinin İbretlik Konuşması
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Birincisi Dr. Miray FAİZ'in Diploma Töreni Konşuması
Bu sene Cerrahpaşa Tıp Fakültesi' ni birinci olarak bitiren Dr. Miray Faiz' in diploma töreninde yaptığı konuşmada Sağlık Bakanlığından öğretim üyelerine, doktorlardan hastalara varana kadar birçok kesime çok önemli uyarılar ve mesajlar var. Değerli meslektaşımı gönülden tebrik ediyor ve konuşmasını sizlere kendi kaleminden iletmek istiyorum:
Sayın Rektörüm, sayın Belediye Başkanım, sayın Dekanım, sayın Hocalarım, sevgili Arkadaşlarım ve Değerli Ailelerimiz,
Altı yıllık uzun maceramızın sonundayız. Bu macera ki; 4 Ekim 2004 'te şaşkın ve acemi ilk adımlarla başlayıp, her geçen yıl biraz daha büyüyüp, büyürken de değişerek ve hep biraz daha Cerrahpaşalı olarak, nihayet bugün kendinden emin genç hekimler olarak son buluyor.
Neler sığdırmadık ki bu altı yıla. Önce İstanbul' a alışmaya çalıştık ama Cerrahpaşa İstanbul’dan daha da karışıktı. Hastalara yol gösterirken zamanla biz de öğrendik hastanenin labirent vari planını. Yoğun tıp eğitimimizin teneffüslerini bir amfiden diğerine koştururken geçirdik. Hocalarımız iyi bir hekim olmak için sadece tıbbi bilginin yeterli olmayacağını sürekli vurguladılar. Ancak fakültemizin şartlarında sosyal yönlerden gelişebilmek ne mümkündü…
Yine de Günnür Hoca’ nın şiirlerini dinleyebilme, Süha Hoca’ nın renkli kişiliğindeki hoşgörüyü anlayabilme şansımız oldu. Kuru boyalarla girdiğimiz histoloji pratikleri ile ilkokul yıllarımıza dönmüşken, birden bire köy taramalarında bulduk kendimizi. Saha hekimliğinin ne kadar değerli olduğunu anlatıyordu Kemal Hoca. Bir cerrahın en zor durumda dahi hayata ne kadar pozitif bakabileceğini öğrendik Süphan Hoca’ dan.
Tiraje Hoca’ nın minik hastalara kendi çocuğuymuş gibi sarılmasını hayranlıkla izledik. Bir de bakmışız onların sayesinde bizler de hekim oluvermişiz.
Önce hayal etmiştik hekim olmayı.. İşte şimdi, hayallerin gerçek olduğu andayız. Peki bunu mu düşlemiştik? Bu yolun başında, iyi bir hekim olmanın yanı sıra çevresine duyarlı, sosyokültürel açıdan donanımlı bireyler olmayı istemiştik. Bunu aradığımız yer ise, hastane duvarları arasına sıkıştırılmış kantinlerden ibaretti… Üzülerek anladık ki bizim için uygun görülen öğrenci modeli sosyallikten uzaktı.
Ve bu kutsal mesleğe dair hayallerimiz de vardı. Ancak bugün hekimlerin açığı aranan potansiyel suçlu olarak görüldüğü, hasta yakınları tarafından tehdit edilmesinin marifet sayıldığı ve buna herkesin seyirci kaldığı bir dönemdeyiz. Öyle bir dönem ki; bilinçli olarak halkımız hekime karşı kışkırtılıyor. Hekimin her hareketi, hatta kendi haklarını savunması bile para arayışı olarak gösteriliyor. Tüm hastalar ilgisizlikten yakınıyor ve haklılar. Fakat toplam çalışma süresini, bakılması gereken hasta sayısına böldüğümüzde ortaya çıkan kısacık zamanda ne kadar verimli çalışabileceğimizi kimse gündeme getirmiyor. Ayrıca oluşturulan güvensizlik ortamı hasta hekim ilişkisini daha da zorlaştırıyor . Yeterli tıbbi olanak yokken, hekimden mucizeler bekleniyor. Tüm bu güçlükler içinde hata yapmaya itilen hekim, çeşitli meslek gruplarının avı haline getiriliyor.
Bilimin gelişeceği yer olan fakültelerin sadece ülkemizde değil tüm dünyada ilaç firmalarının maddi egemenliği altına girmesi; her bilimsel kongrenin, her makalenin içinde bulunuyor olmaları bugün itibariyle dahil olduğum camiam adına beni derin endişelere sürüklüyor. İnsanlığın yararı için yapılan bilimsel bir çalışmada ; terazinin diğer kefesinde herhangi bir kurumun maddi kaygıları yer alırsa ne kadar ilerleyebiliriz?
Her daim ülkemizde universitelerin özgürlüğünden, özerkliğinden bahsedilirken, bugün burada kendimi ne kadar özgür ifade edebiliyorum tartışmak gerekir, ancak yine de teşekkür ediyorum ki bu kürsüden fikirlerimi sizlere iletebiliyorum.
Bugün ülkemizde koruyucu hekimlik hiçe sayılmakta. Bize her daim sorulan 'Ne doktoru olacaksın?' sorusundan da anlaşıldığı üzere, pratisyen hekimlik artık sipariş ilaçları reçete eden, sevk edici personel olarak görülüyor. İşte bu yüzden bizler de kendimizi uzman olmak zorunda hissediyoruz. Son yılımızda iyi birer hekim olmak için çalışmamız gerekirken, sınav yarışında yorulup TUS kitapları arasında boğuluyoruz. Hekimliğe bir adım kala; günlerimizi tıbbi sekreterlik yaparak, arşiv düzenleyerek, kimi zaman hemşire doktor hasta üçgeninde kendimize yer bulmaya çalışarak, nöbetlerde uyuyacak sedye arayarak, hem kendisinden çok şey beklenen hem de kendisine güvenilmeyen ara sağlık elemanı olarak geçirdik.
İnternlikten sonraki bir ileri aşama olarak görülen asistanlık eğitiminde bizleri hiç de aydınlık günler beklemiyor. Ayda 10-15 nöbet tutan, nöbet ertesi izni olmayan, mesai saatleri belirsiz olan ve karşılığını maddi ve manevi olarak alamayan bir sürece doğru ilerliyoruz.
Her şeye rağmen; bizler hastalarını müşteri olarak görmeyen, mesleğinin muhatabının insan hayatı olduğunun bilincinde olan, hastaların arasında ayrım yapmayan sağduyulu hekimler olacağız.
Asıl amacı hekim yetiştirmek olan değerli hocalarımızın birçoğunun aynı pratik eğitimlerimizde olduğu gibi bugün de bizleri yalnız bırakması, içimi burkan bir ayrıntı oldu. Bunun yanı sıra buraya gelerek bizleri onore eden, yetiştiren hocalarıma, desteğini, sevgisini, emeğini esirgemeyen aileme, beraber büyüdüğüm, hayatı öğrenip paylaştığım arkadaşlarıma ve bu mutlu günümüzde yanımızda olan herkese çok teşekkür ederim.
Her parağrafı bir makaleye esas olacak bir cüretkar yazı. Her parağrafı muhataplarınca okunduğunda da <> yalanına sarılınsa da böylesine cüretkar bir uzman adayının umarım ki yarınlarda bunları unutmaz. Tenkid ettiği dişli çark içinde kendini ayrık tutabileceğine inanmak istiyorum. Hatta inanıyorum çünkü o bir politikacı değil. Herkesin önünde meslektaşlarına ,hocalarına konuşuyur,konuştuklarıyla herkesi hizaya getirmeye çalışıyor.
Mayıs 26th, 2010 at 03:07Sayın Prof.Dr.Küçükusta Hocamız
Bu öğrencinin söylediklerini aktararak okumamıza vesile olduğunuz için tşk ederiz.
Aşağıda kısalttığım parağraf ise sadece tıp doktorlarını değil gıda sektörünü de ilgilendiriyor. Bu parağrafı inşallah ilerde kullanarak gıda ile ilgili bir yazı yazacağım.
‘’Bilimin gelişeceği yer olan fakültelerin sadece ülkemizde değil tüm dünyada ilaç firmalarının maddi egemenliği altına girmesi... her makalenin içinde bulunuyor olmaları ...bir kurumun maddi kaygıları yer alırsa ne kadar ilerleyebiliriz?’’
bu sorunların temelinde teziç döneminin yanlış politikaları yatmaktadır.
Mayıs 26th, 2010 at 08:02tıp fakültelerinin ve fakültelerde kiöğrenci sayılarının artırılması en temel çözümdü,şimdi bu çözüme gidiliyor.
doktorlarımızın gelirlerinin yükselmiş olması sevindirici bir gelişmedir.
son bir kaç yıldır derece yapan öğrencilerimizin tıp fakültelerini tercih etmeleri bunu kanıtlamaya yetmektedir.
Çok güzel anlatmış birçok sorunu hatta daha sayfalarca anlatılabilecek konulara değinmiş.
Mayıs 26th, 2010 at 10:30''Bilimin gelişeceği yer olan fakültelerin sadece ülkemizde değil tüm dünyada ilaç firmalarının maddi egemenliği altına girmesi; her bilimsel kongrenin, her makalenin içinde bulunuyor olmaları bugün itibariyle dahil olduğum camiam adına beni derin endişelere sürüklüyor. İnsanlığın yararı için yapılan bilimsel bir çalışmada ; terazinin diğer kefesinde herhangi bir kurumun maddi kaygıları yer alırsa ne kadar ilerleyebiliriz?''
Hele burada bir eczacı olarak ne çok şeyin saklı olduğunu anltamam.
benim ailemde çok doktor var ve eğitim süreçlerine çok yakından şahit olmuş biri olarak az bile anlatmış diyebilirim.Ama sevgili arkadaşımızda çalışma hayatı içinde görecek ki maalesef ülkemizin eğitimli insanları hor görüp,para kaynağının ne olduğunu bile sorgulayamadıkları diğer kesimi refah içinde yaşatan imkanları nedeniyle ,kurunun yanında yaşta güme gidiyor.İdealist insanlarla dalga geçilip günah keçisi yapılıp üçkağıtçılar baştacı yapılınca,genç bir hekim bile geleceğinden endişe duyar hale gelebiliyor.
Bu hissiyatla hastalarına ve mesleğine yaklaşan tüm hekimlerimize sonsuz saygı ve sevgilerimi sunuyorum....