Çerçeve Yasası ve Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Üzerine
Özellikle Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adaylığını açıklamış olması, önümüzdeki seçim sürecinde demokrasi mücadelesinin görev ve sorumlulukları açısından oldukça önemli olsa da, son dönemin en önemli gelişmesi, “çözüm sürecinin yasal bir çerçevede sürdürülmesi” kararının parlamentoya sunulmasıydı.
Cumhuriyet tarihinin uzun bir döneminde bir kimlik olarak adları bile kabul edilmeyen Kürtler, en isyancı siyasi örgütlenmelerini devlete muhatap kabul ettirip görüşmeler yaptırmayı, bu görüşmeleri yasal bir çerçeveye oturtmayı kabul ettirdiler. Daha doğrusu devlet son isyanı bastıramayınca, “yaldızlı boyalarını” döke döke, buna mecbur kaldı. Düne kadar başına en kötü sıfatlar eklenerek bahsedilen Kürtler, hem bizim coğrafyanın hem de Ortadoğu’nun en istikrarlı toplumu olarak tarih ve politika sahnesine oturdu. Artık onların demokratik taleplerini dikkate almadan bu bölgede adım atma olanağı kalmadı.
Olanak kalmadı, ama sadece “Kürtlerin taleplerini dikkate almak” gibi biraz da muğlaklık içeren bu demokrasi mücadelesini daha somutlaştırmak gerekiyor.
Başta Aleviler olmak üzere milyonların demokrasi talebi hiçbir karşılık bulmadan ortada duruyor. Doğa tahribatını hiçbir dönem bu kadar derin ve yıkıcı olarak yaşamamış Anadolu toprakları, HES’lerle, barajlarla, talan ve tahrip edilmeye devam ediyor. İş güvenliği, taşeronlaşma, kentsel dönüşüm adı altında sürdürülen uygulamalar diğer bir boyutu.
Seçim dönemleri, gerek kamuoyunun, gerekse o kamuoyundan oy isteyen politikacıların “antenlerinin en hassas olduğu” dönemlerdir. Böylesi “hassas” dönemler, iyi formüle edilmiş demokrasi taleplerinin gerçekleştirilebilmesine, “olağan” dönemlerden daha fazla imkan yaratır.
Bir demokratı, “kimin Cumhurbaşkanı seçileceği” sorusundan çok, yukarıda bazı başlıklarını sıralamaya çalıştığım, milyonların dillendirdiği demokratik talepler ilgilendirmelidir. Devleti, bu talepler konusunda zorlamak, bu hakları elde etmek ve toplumun demokratikleşmesini sağlamaktır esas olan. Herkes bir Cumhurbaşkanı adayına oy verecek ve içlerinden birisi seçilecektir. Eğer biz kendimizi bu “kayıkçı kavgasına” hapseder, demokrasi mücadelemizi ihmal edersek, kimin seçildiğinin hiçbir anlamı olmayacaktır.
Ama burada bir parantez açmak isterim. Bu topraklarda, daha bir yıl önce tüm toplumu derinden etkileyen, herkesin hakkında fikir beyan etmek zorunda kaldığı Gezi Olayları yaşandı. Milyonlarca genç, belki de hayatında ilk kez, devletin tüm saldırganlığı ile karşı karşıya geldi. Türkiye Solu gibi sekterliğin her türlüsünü, ulusalcılığı rehber edinmiş bir önderlik olmasa, kalıcı demokratik haklar elde eden, yeni bir demokratik, anti-kapitalist örgütlenmenin temellerini atan bir kazanım yaşanabilirdi. Ne yazık ki bu başarılamadı. En son mahalli seçimler öncesi İstanbul’dan Sırrı Süreyya Önder gibi sıcak bir politikacı aday olmasına rağmen, en yakın arkadaşlarımın çoğu bile, sanki AKP’ye alternatif olabilecekmiş gibi, CHP’nin adayı Sarıgül’e oy verdi. “Gezi potansiyelinin” Kemalizm’i, ulusalcılığı aşamadığı, o çerçeveye hapsolduğu çıktı ortaya. Bu seçimlerde HDP adayına sırt çevirip yeniden iki taraftan birini tercih edenlerin, “bu topraklarda neden bir sol alternatif çıkmaz” diye mızırdanma hakları yoktur.
Demokrasi taleplerini sahiplendiğimiz kadar HDP adayını da sahiplenmek, bir bütünün ayrılmaz iki parçası, günün temel görevidir.