Cennete Ermek Ateşte; Fakat Cartcurtsuz
Adnancığımı seyrederken hafiften bir “vivid” aroması sezinliyorum. Buna aroma mı dedir, hava mı denir, ambiyans mı denir? tam çözemiyorum. Beni bu programa çeken nedir diye soruyorum kendime.. sanırım Adnancığımın karşısında duran cennetten geçici olarak gönderilmiş gibi duran dişi personel. Sağa yatıyorum, sola yatıyorum, dudak burkuyorum, gözlerimi kısıyorum, yok yok, başka bir hava var bu programda. Sonra yine düşünmeye başlıyorum… Canından sıkılmış, bu tür şeyleri bir nevi yoga- meditasyon gibi algıladıklarına karar verdim. Veya plates filan neyse sanırım bu da o.
Dün akşam 22 gibi oturmuşum bilgisayarın başına…Adnancığımı seyrediyorum. Youtube’da. Sevimli bir yön buluyorum bu adamda. Kafanın içinde, yine kafanın içindeki bir gecede patlatılan havai fişekleri var bu adamın. Eğleniyorlar, kendi hallerince. Kendimce kıyıdan tespitlerime şüpheyle bakıyorum sonra… Sonra… onların yaşadığı kafa başka bir kafa diyorum…da nasıl bir kafa. Fakat kızlar çok güzel oluyorlar programındaki. Hani yani insanın aklında hemen cennet resimleri beliriyor… Çok düşündüm sonra… o kadar ilim irfan, çabalayış, o kadar dini tantana, o kadar kavga dövüş savaş… hepsi –bir erkek açısından bakarsak- takribi 250 gram olan kaygan bir delik için mi? Çin çin. Dervişim ya! fikrim neyse zikrim de o olur.
Kendime fotojenik bir zekam-yapım olduğunu düşünüyorum. Ve, ek olarak projeksiyonel, artı, expresyonist. Yürürken olgucu olmam Comte okumamdan değil; e fakat gelip geçen insanlar, görüş alanımdan bir görünüp bir kaybolan insanlar onların birer olgu olmalarını da gerektiriyor; olgululuklarını yaşarlarken onlar.
ki gündür Afrika sıcakları ile haşır ve neşiriz. Hiç Afrika görmedim fakat diyorlarsa bir bildikleri vardır. Dün akşam bir belgesel izliyordum. Bizim buradaki kumrulardan gördüm orada. Afrika’da yani. Demek ki oradan gelmişler. Eğer ki hep buralarda idiyseler.. bu pek mantıklı değil. Kesin, oradan gelmişlerdir. Bunaltmıştır sıcaklar onları. Kumrular ne güzel varlıklar. Simsiyah gözleri var. Dün akşam dışarı çıktığımda da gördümdü onlardan.
Apartmanımızın karşısındaki Şen Berber abi ile tanışıyoruz. Dükkanın içinde beyaz ışık, dışarıda üç tabure ve taburelerde üç adam. Biri de Şen berber Salih abi. Demin de çıkarken gördüm yine. Koyu bir muhabbete dalmışlar. Yaklaşık bir ay önce kafamı saçımı üçe vurdurmak için gittiğimde konuşmuştuk uzunca. Dışarı fazla çıkmadığımdan bahsetmiştim ona. En iyisini ediyorsun hocam, demişti. Kadın milletinden de konuşmuştuk. Böyle konuşmalar ilginç geliyor konuştuktan hemen sonra.
Niye konuştuk ki bunları diye diye hayıflanıyorum. Kadın milleti, kadın ülkesinde yaşar. Başbakanları bile var. Pasaportla gidiliyor ülkelerine. Tanrım! dedim içimden. Gerçekten de başka bir ülkelerdenmişler gibi konuştuğumuz da oluyordu. Farkına varamıyorduk. Tanrılarımız bile ne farklıydı! Bunlar hep konuşmamaktan oluyordu. Fakat bazen konuşuyorduk..da..yine yabancı ülkelerden yayına T-Link ile bağlanan konuklardık, gibi konuşuyorduk. Bu sanki işimize geliyor…Bu kadar cart curt da zaten bir başka numaramız olmamasından. İki cart, iki curt. Dün bir fotoğrafçının vitrininin önünden geçerken ben, verilen pozları gördüm yine. Siz de görürsünüz. Sanki sadece ve sadece o fotoğrafı çektirmek için gelmişler gibi bir halleri var: “Doğdum, fotoğraf çekindim, seviştim, ve öldüm” demek için. İşte bu kadar basitti. Hem de dile bile dolanmıştı bu. Göstermek. “Tıdını çıkar hayatın.” Bol bol göster. Tıd nedir?
Fakat Salih ağabeyi biraz ermiş gördüm. Zaten herkesin biraz ermişliği vardır; sadece, çoğumuzun germiş göstermekliği biraz fazladır. Daha az göstersek daha çok ereceğiz. Nereye mi ereceğiz? Erince görebiliriz bunu ancak.
Üstümüz açık şimdi
o muhabbet çok uzak
ehilleri vardı
fakat
eski değil kaçak
bir dostun sözü yorgandı gönlümüze
üstü açık kalınca
uykuda
ağır hayat görmeye başladı
fakat
kendisi bize pek uzak
eski değil ehil
kaçtık ondan o kaçak.