Cemiyetten Cemaate
Günümüz basınından özel kurumlara ve devlet kademelerine kadar varlığını hissettiğimiz, okuduğumuz, izlediğimiz ve bildiğimiz cemaatler; okulları, dershaneleri, evleri, sohbetleri ve yayınlarıyla yeni bir cemiyet yarattı. Bu cemiyet hastanede doktor, trafikte polis, hükümette bakan, gazetede yazar, yayınevinde editör, televizyonda yönetmen, hatta futbolcu ve hatta modacı.
Peki, imanlı ve irfanlı gençlerin hem ilmen, hem de dinen mütekâmil edildiği söylenen cemaat okullarından ve dershanelerinden geçmiş ve ‘kıssalar dinlemiş cemaat talebeleri mezun olduktan sonra, bugün neler yapıyorlar? Sürekli zeka yarışmalarında dereceler alan, matematik olimpiyatlarında madalyalar kapan, fen sınavlarında rekorlar kuran cemaat talebeleri, ne oldu da KPSS’de ve YGS’de kopyacılığa doğru giden bir sefilliğe düştüler?
Milli Eğitim Bakanlığı:
Cemaatlerin en yoğun ve ağırlıklı çalıştığı kurumlardan biri olan Milli Eğitim Bakanlığı, üstlendiği öğretmen-öğrenci ilişkisi bakımından son derece önemli bir konumdadır. Nitekim cemaat kendi okulları ve dershaneleri kadar, devlet okulların da hâkim konumda olmak için, mensuplarından birer öğretmen yetiştirmeye ve Milli Eğitim Bakanlığı’na sokmaya azami gayret göstermiştir.
Sadece öğretmen değil okul müdürü, İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve Bakanlıkta üst düzey bürokrasiye varan bir kadrolaşma için uğraşmış, bu uğraşının bağıra çağıra kendini gösterdiği en çarpıcı örnek; KPPS Sınavı’nda yaşanan kopya skandalı olmuştur. Yine ÖSYM eliyle yapılan Doçentlik, TUS, Yabancı Dil Seviye Sınavları, Açık Öğretim Sınavları ve Memurlukta Yükselme sınavlarının da teker teker incelenmesi gerekmektedir.
Cemaatlerin öğretmenleri, müdürleri, bürokratları ve teftiş kurullarının elindeki Milli Eğitim Bakanlığı, 1998 ile 2008 yılları arasında tam 9 kez müfredat değiştirmiştir. Yani yaklaşık olarak her yıl, ilk ve orta öğretim müfredatı değişikliğe uğratılmıştır. 2002 ile 2010 arası devlet okullarına atanan ‘dal’ öğretmen sayısı yaklaşık 20.000 kişi iken, vekil öğretmen olarak ücret karşılığı ders veren dal harici eğitmen sayısı(sözleşmeli öğretmen ) yaklaşık 65.000 kişiye fırlamıştır. Yani arkeoloji mezunu müzik dersi vermiş, ziraat mezunu sınıf öğretmenliği yapmış, şehircilik ve planlama mezunu coğrafya dersine girmiştir. Cemaatin elindeki Milli Eğitim, sık sık müfredat değiştirmekle ve ‘vekil’ öğretmenlikle durumu sözde idare etmekle kalmamış, Türkiye’deki bütün ilköğretim okullarının %64 gibi bir kısmında hala çift eğitim (sabahçı-öğleci) verdirmeye devam etmektedir. Sadece bu üç kritik uygulamanın bile neticesi öyle ağır olmuştur ki; ‘Okul öncesi Eğitim ve İlk Öğretim Kalitesi ‘ bakımından, Türkiye 2010 yılı verileriyle dünyadaki 94 ülke arasında 87. sıradadır. ( Türkiye’den daha alt basamaktaki ülkelere örnek olarak Sudan, Çad, Surinam ve Pakistan şeklinde devam etmektedir.)
Oysa dünün cemaat öğrencisi, bugünün MEB öğretmeni olanlar, falanca zekâ olimpiyatları, filanca matematik yarışmalarında hep birincilikler almakta ve Türkiye’yi en iyi şekilde temsil ettikleri için, dönemin Başbakan’ları ve hatta Cumhurbaşkanları tarafından taltif edilmekteydiler. Her nasılsa bu ‘mümin’ kardeşlerimiz, mevki makam sahibi olduklarından itibaren beceriksizleşmiş ve Türk öğrencileri, dünya eğitim liginin en alt sıralarda süründüren insanlar haline gelmişlerdir. Yargı ne derse desin; cemaatin pırıl pırıl zekâsıyla övündüğü öğrencilerine YGS Sınavı’nda adeta ‘şifrelenmiş kopya’ verdirip verdirmediği şüphesi de bu toplumun hafızasında kalacaktır.
Adalet Bakanlığı:
Cemaatin Milli Eğitim’den sonra en hassas ve ilgili olduğu kurum Adalet Bakanlığı’dır. Yerel Mahkemelerde ya da Bölge İdare Mahkemeleri’nde görevli Cumhuriyet Savcısı ve Hâkimlerle ilgili yeterli kuşku ve şüphe bulunmakta ve kanaatler Erzincan hadisesi, Ümraniye Davası, Silivri Duruşmaları ve Balyoz operasyonları gibi olaylarla ve son olarak da Oda Tv, Nedim Şener, Ahmet Şık gibi tutuklamalarla birlikte daha da artmıştır.
Ancak Adalet Bakanlığı ve cemaat arasındaki ilişkiyi, cemaatin yetiştirdiği ‘imanlı’ irfan sahipleri bakımından değerlendirdiğimiz için, dikkatlerin çekilmesi gereken başka bir durum vardır. Malum, Adalet Bakanlığı mevcut bütün yazışmalar, müzekkereler, zabıtlar, tutanaklar ve İcra Daireleri’nde görülen hesaplar ve dökümlerle ilgili olarak, merkezi bir otomasyon yazılımı kullanmaktadır. Bu yazılım ismi UYAP, yani Ulusal Yargı Ağı Projesi’dir. Bu projenin kamuoyunca pek bilinmeyen bir yanı da; Yüksek Seçim Kurulu’nca kullanılan ve sandık sonuçlarını hesaplayarak kesinleştiren SEÇSİS yazılımıdır.
UYAP, mevcut bütün ağır ceza merkezlerinde, adliyelerde, Cumhuriyet Savcılıklarında, İcra Dairelerinde ve hatta hâkim evlerinde kurulu olan, dahası baroların ve avukatların da kullandıkları bir adliye programıdır. Programı yazan, geliştiren, Türk Hukuk Sistemine bütünleştirerek işletime alan, Türkiye’deki bütün Ağır Ceza Merkezleri ve büyük adliyelerdeki Hâkim-C.Savcısı-Müdür-Kâtip personele öğreten kurum, HAVELSAN, yani Hava Elektronik Sanayi A.Ş.’dir. Bilindiği gibi Havelsan, askeri bir vakıf şirketidir.
Havelsan’ın yükümlülüklerini yerine getirip Adalet Bakanlığı’na bıraktığı UYAP, halen Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Dairesi’ne bağlı olarak geliştirilmekte, güncellenmekte ve taşra adliyelerine yaygınlaştırılmaktadır. Ya da biz öyle zannediyoruz. Çünkü Havelsan’ın devrettiği 2007 yılından beri sürekli aksayan, ağırlaşan, kopan, arıza veren ve adalet çalışanlarını canından bezdiren UYAP yüzünden, avukatlar defalarca itirazlarda bulunmuş, örgütlenmiş, yazılım hataları yüzünden geç kaldıklarından, söz gelimi süreye bağlı bir temyiz işleminden mahrum bırakıldıklarından, bir harç işlemi için saatlerce beklediklerinden şikâyet etmişlerdir. Malum; Ümraniye davanamesinin UYAP’a aktarılması ( word üzerindeki belgelerin sisteme geçirilmesi ) haftalarca sürdürdüğünden, ilk duruşmaların UYAP’ı beklemesi en çarpıcı örneklerden biridir. Yine Hizbullah dosyalarının öne alınma talebine karşılık Yargıtay’ın; ‘Uyap’ın tevzi ettiği sırayı takip etmeye mecburuz’ şeklindeki açıklaması da yeterlidir. Ve 2010 referandumunda patlak veren Nüfus sayısı ve oy sayısı rakamları arasındaki ilginç tutarsızlıklar, Uyap’ a entegre SEÇSİS’le şüpheleri üzerine çekmiştir.
Cemaatlerin ülke ülke tertip ettiği bilgisayar hediyeli yarışmalar, olimpiyatlar ve müsabakalarda dereceye giren ‘mümin’ kardeşlerimiz, artık birer bürokrat, mühendis, müdür, amir oldukları Adalet Bakanlığı’nın, ‘kalbi’ öneme sahip yazılımı olan UYAP’ı, ancak Havelsan gibi konusunda uzman ve askeri bir şirket tarafından yazdırabilmiş, ancak cemaatlerin sevimli talebeleri, onca madalya ve ödüllerine rağmen, hazır bir programı bile sürdürememişlerdir.
Benzer şekilde Sağlık Bakanlığı’nda da geniş çaplı yapılanması bilinen cemaat, hastaneler için bir Hastane Bilgi Yönetim Sistemi (HBYS) oluşturamamış ve piyasadaki yüzlerce yerli-yabancı bilişim firmasının elinde, oyuncak haline getirilmiştir. Yüzlerce hastanenin, üniversitenin, sağlık ocağının ve dispanserin her biri, birbirinden başka programlar kullanmakta, her ihale dönemi bin bir çeşit aksaklık yaşanmakta, veri kayıpları ve aktarım hataları olmakta fakat cemaatlerin Sağlık Bakanlığı’ndaki eski talebeleri, hala önlerine bir klavye çekip de, tek tip bir HBYS üretememektedirler. Kamuoyunun bununla ilgili en iyi bileceği örnek, her 4–5 ayda bir eczanelerde yaşanan bilgi işlem kaynaklı sorunlardır. Cemaatlerin okullarında bilgisayar kurdu olan ‘imanlı’ talebeler, bugün her nedense çalıştıkları kurum için program yapabilmekten acizdirler.
Polis:
Cemaatin dikkatle organize olduğu bir kurum da malum; emniyettir. Haliçteki Simonlar kitabı yüzünden tekrar tutuklanan bulunan eski emniyet amiri Hanefi Avcı’nın da yazdığı gibi; ‘ Emniyet cemaat için alternatif bir silahlı kuvvettir.’ Cemaatlerin ‘iman dolu, ‘ilim’ sahibi, ‘ tertemiz yüzlü’ güzel talebeleri, polis okullarına hangi duygularla girdiler ve bugün üniformalı haldeler bilinmez ama Türkiye’nin son on yıllık asayiş raporu, merakımıza ışık tutabilir.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün resmi verilerine göre; 2002 yılında tam 295.828 adet hırsızlık, yankesicilik ve kapkaç gerçekleşmiştir. Bu rakam 2006 yılında %100 artarak 598.388’ fırlamıştır. Ve 2010 yılında ise üzerine bir %100 daha koyarak, toplam 1.165.292 adet hırsızlık, yankesicilik ve kapkaç yaşanmıştır.
2005 yılında 32.051 tane otomobil hırsızlığı olmuştur. 2006 yılında %242 artarak 68.855 olarak gerçekleşmiştir. 2006 yılında 67.079 ev, 53.020 otomobil, 42.331 işyeri soyulmuştur. İnanılmaz ama maalesef gerçek; bu rakamlar Türkiye’de her 6 dakikada bir ev, her 7 dakikada bir otomobil ve her 9 dakikada bir işyeri soyulduğu anlamına geliyor. Ayrıca 2006 yılında hemen hemen hepsinde özel güvenlik bulunan resmi kurumlarda da 3.199 adet hırsızlık vuku bulmuştur. Yani her iki saatte bir resmi bir devlet dairesi soyulmuştur. 2006 yılında 5.376 adet çocuk kaçırılmıştır. 2010 yılında bu rakam %90 civarı artarak 9.254’ e çıkmış ve bu çocuklardan %24’ü halen kayıptır.
2002 ile 2010 arası toplam 130.874 tane kaçak silah ele geçirilmiştir. Bu silahlardan 68.943 tanesi adam öldürme, gasp ve yaralama da kullanılmıştır. Yani birileri on binlerce silahı polisin bekçilik ettiği gümrüklerden, havaalanlarından, terminallerden ve trafikten geçirip kullanabilmiştir.
Son dini bayramda, 179 kişi trafik kazası sonucu hayatını kaybetmiştir. Geriye dönük bütün ölümlü kazalara baktığımızda, sadece 10 yılda 3671 kişinin yollarda can verdiğini görüyoruz. Yani aşırı hız yapan, hatalı sollayan, alkollü olarak trafiğe çıkan ya da diğer kural ihlallerini yapan sürücüleri durduran olamamıştır.
O halde nerede ‘iman’ dolu cemaatin güzide polisleri? Kurumları özelleştirme adı altında satıldığı için sokağa atılan işsiz insanlara biber gazları, haklarını arayan öğrencilere coplarla müdahale eden polisler, esas sorumlusu oldukları asayiş konusunda neredeler?
Cemaat taraftarlarının masumane bir eğitim yuvası, öğrenci yurdu, talebe dergâhı diye önümüze sürdüğü ve gazeteleri, reklamları, yayınlarıyla sürekli zeki, çalışkan, eğitimli, becerikli ve mahir olarak gösterilen cemaat talebelerinden kaç şair, kaç yazar, kaç ressam, kaç müzisyen, kaç düşünür çıktı; bunu da halkımızın takdirine bırakıyorum.
Netice olarak araştıran, şüphe eden, müspete inanan, sorgulayan, muhalefet edebilen, bağımsız ve hür iradeye sahip bir ‘cemiyetten’, biat temelli bir cemaate evrilen Türkiye’nin eğitim, adalet ve emniyetteki durumu her şeyi anlatmaya yetiyor. Cemaat yapılanmasını anlatan Hanefi Avcı’nın derdest edilip tutuklanması ve arkasından İmamın Ordusu kitabıyla Ahmet Şık’ın da tutuklanıp kitabının imha edilerek yasaklanması üzerine; ‘Dokunan yanar’ diyerek polis otosuna bindiğini hatırlayalım. Koskoca basınımızda kimsenin dili dönüp söyleyemedi, anlı şanlı köşe yazarları bir cümle edemediler ama ben söyleyeyim: Dokunan yanmaz, dokunup yakacağız.