Cemaat Olmak Nîmet ve İmtihandır
İbn-i Mesut’un ifâdesiyle: “Bir kişi olsa bile, Hak’ta buluşanlar, birleşenler topluluğu”olarak izah edilen Cemaat olmak nimet ve en büyük bir imtihandır.
Kıyamet’in eşiğinde, asrın kaosunda ‘Cemaat Ruhu’na daha çok muhtacız, büyük imtihanlar geçiriyoruz.
Tabiri caizse, pasta dilimlerini kapma/paylaşma gayretinde/ yarışında bulunan günümüzdeki cemaat anlayışı; menfaati, maddeyi ön planda tutmakta, hizmet edenlere muarız olmaktadır. Her cemaatin bir lideri, mürşidi, bunlara göre de mürit ve yandaşları vardır, her mürşit ve mürit, diğerlerine kem gözle bakmakta, kendine göre ahkâm kesmekte, fetva vermektedir.
Aslında bu cemaat değil, tefrikanın kendisidir. “Hepiniz toptan sımsıkı Allah’ın ipine sarılıp, parçalanıp ayrılmayın..” (Âl-i İmran 103) temel ölçü, ilahi emir yanında, bizlere ne oluyor ki?...
“Müslümanların Allah yolunda birlik sağlamaları Farz-ı Ayındır. Bu birlik, güzel kulluk ve takva için olmalıdır. Tevhid inancı bunu ister. Yüce Rabbimiz hepimize özel ve şerefli bir görev vermiştir. Bu görev, Yüce Allah’ın adını duyurmak, dinini yaymak, ilahî emir ve hükümleri yaşamak ve bu yolda var gücüyle gayret göstermektir. Yaradılışımızı asıl gayesi budur.
Dört şey her Müslüman’da bulunmalıdır. Onlar olmadan dinin hakkıyla yaşanması ve temsil edilmesi mümkün değildir. Bunlar, sağlam iman, doğru ilim, güzel ahlak ve cemaat terbiyesidir. Bunların içinden hangisi göz ardı edilse işin sonu hayra çıkmaz. Çünkü, inandığı şeylere karşı şüpheyle bakan bir kalp güzel kulluk yapamaz. Cahil insanın ne yapacağı belli olmaz. Kötü ahlaklı bir kimse gerçeğe ulaşamaz. Mümin kardeşlerine kalbini açamayan ve onları sevgiyle kucaklayamayan bencil kimse, cemiyete faydalı olamaz, cemaat kuramaz. Bu dört şeyde biraz zafiyet bile, büyük zarardır.
Bugün Müslümanların içine düştükleri hastalıkların başında cemaat şuurundan mahrumiyet gelmektedir. Şu bir gerçektir ki, kâmil bir mürşidin nezaretinde nefsini güzel bir terbiyeye tabi tutmayan ve takva üzere kurulmuş bir cemaat disiplinine girmeyen kimse kâmil bir mümin olamaz. Bu kimsenin ibadeti tatsız olur, hizmetleri sonuç vermez. Hiç bir Müslüman, din işlerini kendi başına çözemez. Bu yol rehbersiz gidilmez. Hak yolunun ehli var, âlimi var. Önümüzde Allah’ın halifesi, Hz. Peygamber’in varisleri var. Çevremizde yükümüzü paylaşacağımız birçok mümin kardeşimiz var. O halde, niçin nefsimiz ve şeytan ile baş başa kalalım. Ben kendi işimi kendim görürüm, dinimi tek başıma yaşarım demek, kimsenin işini görmez, derdini dindirmez. Bu tür davranışlar ancak, keyfine köle olmuş nefsin ve maddeyi hayat hedefi yapan dünya ehlinin tercihi olabilir.
Peygamber Efendimiz(s.a.v): “Cemaat hâlinde olmanız gerekir. Ayrılıktan sakının. Şüphesiz şeytan tek kalanla beraberdir. Kim iman selametiyle ölüp Cennetin tam ortasında olmak istiyorsa cemaate yapışsın. Kimi iyilikleri sevindiriyor, kötülükleri üzüyorsa o kâmil bir mümindir.”
Akıllı bir insan, Yüce Allah’ın: “O gün (Allah için birbirini seven ve bu uğurda kenetleşen) muttakiler hariç, bütün dostlar birbirinin azılı düşmanı olur” uyarısını hafife alıp kâfir ve fasıklardan dost seçemez. Şu halde, Allah yolunda birlik ve cemaat hâlinde olmak, her mükellefin üzerine farzdır. Bu birlik sadece kalp ile olsa bile faydalıdır.
Cemaat olmanın avantajları sayılmayacak kadar çok olmasına rağmen, nefis cemaat içinde istediği gibi olaylara vakıf olamamanın verdiği çaresizliği içinde cemaat dışında olmayı arzu etmektedir. Bu onun süfli isteklerinden olup, gayesi kulluktan firar etmektir.
Kişi tek başına kaldığı zaman, yani daha çok ibadet ve taat yaparım vesvesesi ile karşı karşıya kaldığı zaman, bu sesleniş nefsin ve şeytanın fısıltısından ibarettir. Mü’min bu gibi seslenişlere kulak asmamalı yukarıda belirtildiği gibi cemaat olmak şuurunu hissetmeli ve: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun” ayetinin kendisinin huzur ve mutluluk anahtarı olduğunu düşünmelidir.
Cemaat olmak Allah için bir rehberin etrafında toplanıp, bizlere yüce Rabb’imiz tarafından verilen emanetleri taşımaktır. Zira nefis ve şeytanın yapmış olduğu birçok fısıltıya karşın, cemaat olmanın getirdiği en önemli hakikatlerden biri de ferden yapmaktan imtina ettiğimiz veya zorlandığımız birçok ibadetleri yapma imkân ve desteği bulmamızdır.
“Ümmetimden her devirde sabikun (hakta önder, hayırda önde ehlullah) bulunur.”
Kıyamete kadar Hz. Peygamber’in (s.a.v) izinde hak üzere giden ve dini ihya eden topluluğun kim olduğu konusunda her grup, kendi meşrebine göre cevap vermiştir. Sufiler, Hz. Peygamber’in (s.a.v) bâtıni ve zahirî hallerine ve dinin hakikatine gerçek sufilerin varis ve sahip olduğunu, dolayısı ile hadiste anlatılan topluluğun, kâmil veliler olduğunu söylemişlerdir.
İşte bu rehberlerin gözetim ve terbiyesi altında; dini öğrenmek, öğretmek, öğrenilenlerle yaşayıp yaymak, hizmet etme şuurunu elde etmek vb. işler ne kadar kalaysa, onların yardım ve desteği olmadan tek başına, bu işleri görmek adeta imkânsızdır.
Onun içindir ki, Allah için cemaat olmak bütün sıkıntılarına rağmen, her halükarda yalnızlıktan hayırlıdır.
İmam Beyhakî’nin rivayetinde Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
“Hiç şüphesiz şeytan cemaatten ayrılan kimseyle beraberdir. Onun içine yerleşip istediği yola çeker.”
Diğer bir hadis-i şerifte, İslam cemaatinden ayrılanın durumu şöyle anlatılmaktadır:
“Kim (Kur’an ve sünnet üzere giden) cemaatten bir karış ayrılırsa; boynundan İslam bağını çıkarmış olur.”
“Kurdun, sürüden ayrılan koyunu kaptığı gibi, şeytan da (cemaatten ayrılan) insanı kapar. Bölünüp dağılmaktan (gruplara ayrılmaktan) sakınınız. Sizin cemaate sarılmanız ve hak üzere giden çoğunluğa katılmanız gerekir.” buyrulması cemaatsiz bir hayatın vehamiyetini dile getirmektedir.
İnanan insan kendi istikbaline hizmet ederken, diğer insanları da unutmaz. Uzlete çekilip, toplumdan uzaklaşmak yerine insanlarla kaynaşır. Hak ve hakikat adına onlara da güzellikler sunmak için uğraşır. En yakınlarından başlayarak yaşantı ve sözleriyle doğru yolu tanıtır. Bu, peygamberlerin yolu ve ahlâkıdır. Tarih boyunca ve bugün Müslümanların yolunu aydınlatan kâmil mürşidler de aynı prensiple hareket etmişlerdir.
Resul-i Ekrem(s.a.v)Efendimiz“İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır” buyuruyor. Kitab-ı Mübinimiz’in birçok ayet-i kerimelerinde de, insanlara faydalı hizmetlerde bulunmak önemli bir emir ve tavsiye olarak yer alır.
Bilinmelidir ki, hizmet eden bir salike nefis ve şeytanın verdiği vesveseler,onun kazanacağı büyük nimetlere perde olur.
Büyük veli Hace Ubeydullah Ahrar (k.s) buyuruyor ki: “Ben bu yolu tasavvuf kitaplarından değil,halka hizmetten elde ettim. Hayır umduğum herkese hizmet ederim”
Demek ki hizmet, insanın yaradılış gayesini yerine getirmenin yanında, manevi kemalâtı elde etmenin de önemli bir yoludur.”
Cemaati bir bahçe kabul edecek olursak, Mevlana’nın ifadesiyle:o bahçede söğüt ağacının hurma vermesi mümkündür.
Kemâli bir şiirinde de şöyle der:
O bahçe; lütûf bahçesidir,
Kerâmetin has bohçasıdır,
Dil-i Aşkın, aşk lehçesidir,
Nefislerin kelepçesidir.
O bahçe; cânan için can,
Asâlet-i Aşkta bir kan,
Öfkeleri yenen bir şan,
Seven gönüller ürüşan.
O bahçe; hak tecellisi,
Kırklar, yediler ellisi,
Gerçektedir bellisi,
Sağlam iman tesellisi.
O bahçe; solmayan güller,
Goncada bekler bülbüller,
Aydınlık bekleyen tüller,
Has bahçelerde sümbüller.
O bahçe; kemâl ocağı,
Kemâli’nin aşk bucağı,
Şefkat, merhamet kucağı,
Eksilmez sevda sıcağı.