Çapulcu Partisi
Günlerdir söylüyorum, Gezi Parkı ile başlayan ve şu an tüm Türkiye’de süren direniş, netice itibariyle sandığa yansımayacak. Daha doğrusu, sandıkta hiç bir şey değişmeyecek.Çünkü bu hareketin temelinde, iktidarı düşürüp bir başkasını başa geçirmek yok. Bu bir darbe ayaklanması değil....
Evet, artık direnişe katılan ya da destek veren herkes Başbakan Tayyip Erdoğan’ın istifa etmesini bir elzem, bir zorunluluk olarak görüyor ve istifaya davet ediyor. Çünkü; kendi halkının taleplerine kulak tıkayan, talepte bulunan, hak arayan vatandaşlarını terörist olarak itham eden, kendini sadece ona oy verenlere karşı sorumlu kabul eden, kendisine oy veren kitleyi muhalefete karşı tahrik eden, insanların yaşam tarzına karşı aşağılayacı üslup, dahası baskıcı bir fiili tutum sergileyen bir Başbakan istemiyorlar. Tüm bunların üzerine, kendi vatandaşlarının polis şiddetine, devlet terörüne uğramasına, işkence görmesine, öldürülmesine sessiz kalan, bu emirleri veren ve arkasına duran bir Başbakan ile onun hükümetini istemiyorlar.
Lakin kimsenin “Tayyip Erdoğan istifa etsin ama yerine de falanca gelsin.” diye bir talebi, beklentisi yok.
Bakmayın siz “Çapulcu Partisi kurulsun, oradaki herkes oy verse iktidar olur.” falan diye sosyal medyada sözde espri adı altında ciddi ciddi saçmalayanlara. Bakmayın siz işini gücünü, evini bırakıp on gündür Gezi Parkı’nda çadırda, çimenlerin üstünde uyuyan binlerce kişiye bir lider yakıştırmaya kalkanlara...
O kalabalığın sandık kaygısı yok. Hatırı sayılır bir kısmı hiç bir partinin flaması, sloganı altında değil, olmayacak da. Hatta bu süreçte partilerin tavırları, bu duruşlarını güçlendirmiştir. Zannetmiyorum ki bir partiye oy versinler ve bu düzene alet olsunlar. Onlar, yeni bir demokrasinin, yeni bir düzenin, yeni bir çağın çocukları.
Onlar bir “devrim” yapmanın peşinde. Sandıkla ya da hükümeti alaşağı ederek değil. Birilerini devirip yerine birilerini getirerek değil. Bir “zihniyet” devriminin tohumlarını attılar ve şimdi serpilmesini sağlıyorlar.
Daha fazla demokrasi, daha fazla uzlaşı, daha fazla çoğulluk, daha fazla ortak akıl, daha fazla duyarlılık, daha fazla özgürlük, daha fazla anlayış için bir harekete kalkıştılar. İnsana, kadınlara, çocuklara, azınlıklara, hayvanlara ve doğaya daha fazla, çok daha fazla önem veren bir zihniyetin hakim olması için ayağa kalktılar.
Bu isterse AKP ile olsun, isterse Tayyip Erdoğan pişman olup geri adım atsın, isterse Devlet Bahçeli ya da Kemal Kılıçdaroğlu beyinlerini formatlasın, isterse başa İşçi Partisi ya da ÖDP geçsin...
Bu yüzden ayni Engin Ardıç’ın dediği gibi, seçim erken de olsa, zamanında da olsa seçim sonucu manzara “şimdiki haliyle” pek değişmeyecektir.
Değişebilmesi için gerekli olan en önemli şey yok çünkü : Halkın, o meşhur %50’nin AKP yerine oy vereceği bir alternatif. Bir merkez parti...
Yok, arayın tarayın yok.
Gezi Parkı’ndan öyle bir parti çıkmaz, çıkmadı, çıkmayacak. Yukarıda anlattıklarım bir yana, zaten CHP’nin düştüğü hal ortada. “Ambulansın arkasına takılan otomobil” olsa yine iyi, kamyonet arasına asılan çocuk, konvoyu kovalayan bisikletli... Hareketin ruhunu yakalayamadı, amacını anlayamadı. Sahiplenmeye çalıştı, Tayyip Erdoğan’dan başkası yemedi. Şu an gidin Gezi Parkı’na, SDİP’nin bile bayrağı var, neredeyse CHP’nin hiç yok! CHP’nin acınası durumunu bir ara detaylarıyla yazacağım. MHP’yi saymıyoruz bile. BDP önce “ulusalcılık, faşistlik” kaygısıyla geride durup, sonra Abdullah Öcalan’ın selamı ile çark etti. Gezi’de sadece “flama” olarak varlar. Asıl önemli olan direniş noktalarında, sokaklarda Kürtlerin münferit çabalarından başka Amed’de, Hakkari’de, Şırnak’ta, Van’da “tık” yok. İşçi Partisi, TKP, DSİP, ÖDP’nin örümcek tutmuş sloganlarını, kendilerine mal etme çabalarını kimsecikler kazımadı.
Ülkenin genelinde de öyle bir alternatif yok. Ne Kemal Kılıçdaroğlu, ne Devlet Bahçeli bunu tek başlarına beceremez. Kişilere takılmayalım, içlerinde buna namzet bir veliaht bulunmadığını herkes biliyor. Boşuna Sarıgül’e de yapışmayınız.
Ne kalıyor geri? Yeni bir parti kurulması ihtimali... Hüsamettin Cindoruk ve arkadaşlarının böyle bir çalışma yaptığını, Süleyman Demirel’in el altından destek verdiğini, Abdüllatif Şener’in de başına geçmek için fırsat kolladığını biliyoruz. Evet, milliyetçiliğe de muhafazakarlığa da yakın, demokrat, Müslüman görünüşlü ama yüzü Avrupa’ya da dönük gibi, Amerika’nın da destekleyeceği yeni bir parti kurulur, yeni yüzlerle ama bir yandan da kamuoyunun tanıdığı, güvendiği isimlerle sahneye çıkarsa, kalan bir yılda örgütlenmesini tamamlar, tabanını oluşturursa, balık da kavağa çıkarsa...
***
Yukarıda yazdıklarımla ilgili de olabileceği -anlaşılabileceği- için bir not düşmek istedim : Gezi Parkı ve ülkenin diğer yerlerindeki direnişleri beyaz, steril bir hale getirmeye çalışanlar, partilerin flamalarının açılmasını istemeyenler hatta partilileri alanlardan çıkarmaya çalışanlar var :
Bir : Taksim ve tüm Türkiye’deki alanlar, bin ayrı renk, bin ayrı bayrak, bin ayrı sloganla güzel.
İki : “Flama açmayın” demenin bir adım sonrası “Sadece Türk Bayrağı açalım” demektir. Ondan da direniş olmaz, olsa olsa tırışkadan Cumhuriyet Mitingi olur.
Üç : Tek renk, tek bayrak, tek slogan sevdalılarının Atatürk Havalimanı’nda Başbakan karşılarken ya da AKP, CHP, MHP mitinglerinde hallerini görünüz, bir daha düşününüz.
Dört : Örgütsüzlükle değil iktidarı, civciv bile korkutamazsınız.
Beş : 25 üyesi olan sosyalist bilmemne partisinin açtığı bayrak nerenize battı?