“Çapulcu” Kime Denir?
Günlük siyasetin ağır baskısı, insanı taraf olmaya zorlayan aktüel gündemin tazyiki muhakemeyi, soğukkanlılığı, analitik düşünmeyi, yüzeyin ötesini araştırma merakını köreltiyor, hatta dumura uğratıyor…
Tıpkı kavgada insanın eline ne geçerse rastgele fırlatması gibi, politik kutuplaşma, restleşme ve cepheleşmenin toz-dumanında zihin müthiş bir indirgemecilikle anlık heyecan dalgalanmaları ve kör duygusallığın pençesinde derinliğini kaybediyor…
Hele bu kutuplaşma eylem boyutuna taşınmışsa, karşılıklı birbirini boğma, varlığına kastetme hâlini almışsa zaten duracak, düşünecek, derinliğine bakılacak zaman kalmıyor, Allah ne verdiyse can havliyle hücum ediliyor.
Tıpkı kızdıkça vurmak, vurdukça kızmak döngüsünde olduğu gibi yüzeysellik arttıkça sert taraftarlık, sert taraftarlık arttıkça yüzeysellik artıyor ve karşılıklı bir geri-beslenim etkisi oluşuyor…
Bakış açısı daralıyor, mercek küçülüyor, pencereler kapandıkça kapanıyor, yoğun siste yol almaya çalışan bir aracın farları ne kadar yol gösterici olursa zihin, algı, bilinç o kadar iş görüyor.
Zihin felci, algı körlüğü, bilinç yaralanması denilen durum böylece meydana geliyor. Bir adım sonrası ise, yağmacı, yıkıcı, sınırsız-kuralsız, bir tür sosyal delilik haliyle öfke dolu tahripkar yığınların oluşmasına zemin hazırlıyor.
Bu yığınlar ufacık bir ateş çakmasını bekleyen benzin deposuna, kimi ajitatif propaganda ve yönlendirmelerle önüne geleni talan eden bir sele dönüşebiliyor.
Çapul'a (yağmaya) müsait bir kişilik yapınız olmadan çapulcu olamazsınız. Sele kapılmayacak şekilde tasarlanmış, imarı, temeli sağlam binalarınız olmadan (kum üstüne ya da dere kenarına ev yapmak gibi), bir dayanak, korunak, tutamak ve sığınağınız olmadan akıntıya kapılmaktan kurtulamazsınız…
Çalı-çırpıya tutunmakla, sazdan samandan barakalar yapmakla, temelsiz-köksüz-direksiz kulübeciklerle, gök yarılırken yarı uykulu gezinmekle sele kapılan bir kütük gibi olmaktan nasıl kurtulacaksınız? Çağın maddi ve manevi tufanlarından nasıl korunacaksınız?
Peki, çapula ve çapulculuğa müsait şahsiyet yapısını, ruh halini, bakış açısını derinlikli bir gözle nasıl anlayacağız?
Kanaatim o ki insanın dünyada bulunuş gerekçesi, ‘dünyayı sonsuzluk ekseninde imar' etmek, mamur kılmaktır. Dünyayı gelip geçici, ‘dûn (aşağı)' tarafıyla değil sonsuza ve yaradılışın kaynağı olan Güzel İsimler'e bakan yönüyle imardır, inşadır. Yeryüzünün halifesi olmak hakikati, bu yeryüzünün insanca, anlamlıca, dostça yaşanabilir bir mekana dönüşmesi, yani ‘insan medeniyeti'nin inşası için çalışmayı gerektirir: Bozguncu, talancı, yağmacı, yıkımcı, tüketici değil, tamirci, yapıcı, üretici ve çoğaltıcı olmak…
Bu anlamda en temelde iki tip insan vardır yeryüzünde: Birincisi, yaradılış amacı olarak yeryüzünün ahiret odaklı kalfası, imarcısı, halifesi olmayı kabullenmiş ve bu eksende zihnini, şahsiyetini, bilincini, yaşayışını yönlendirmiş tamir ve paylaşım insanı. İkincisi ise, aklını, kalbini, kişiliğini dünya hanının gelip geçilen arenasında yağmaya açmış, içinin yağmasından oluşan boşluk ve anaforu dünyadaki sahte ideoloji, eylem, hoyrat taraftarlık, mal-mülk yağmasıyla dindirmeye çalışan tüketim ve yıkım insanı: ÇAPULCU…
Ömrünü, zamanını, gençliğini, enerjisini, akıl ve kalbini, parasını, hayallerini, kısaca hayatını çağın yağmasına açıp dünyevileşme seline kaptırmış herkes ama herkes içinde bir yağmacılık damarı barındırır, bir tür çapulculuk eğilimi taşır… Yağmalanan yağmacı olur. Kendi üzerine çökmeden yıkıcı olmak mümkün değildir…
Bu anlamda sağcı, solcu, Kemalist, ulusalcı, liberal, ateist, vandal, holigan, mizansız dindar, kör muhafazakar, demokrat, başörtülü, açık her türden “çapulcu” ile karşılaşmak mümkündür…
Ruhunu, kalbini, aklını yağmaya açmış, dünyayı bir yağma meydanı gibi algılayan, bu minval üzere yaşayan herkes, -dışa yansıttığı görünür kimliği ne olursa olsun- özünde çapulcudur. Eskilerin eşkıya dedikleri ‘şaki' aslında bu demektir. Selden adam kurtarmak için önce kendi kurtuluşuna çalışan, hakikat gemisinin inşası için derin ve hummalı bir çabayla halifelik bilincini kuşanmış ‘said' ise bunun karşıtıdır.
Şakiler her yerde, peki saidler nerede?