2002 sonunda Merkez Bankası döviz rezervlerinin değeri 26 milyar dolar idi. Aynı tarihte ithalat ise, 51 milyar dolardı.
Yani rezervler 6 aylık ithalata denk geliyordu.
2015 sonunda bu rezervler 110 milyar dolar, ithalat ise 207 milyar dolardır. Değişen bir şey yok, Rezervler yine 6 aylık ithalata yetmektedir. Bu noktada, ortada başarı da yok, başarısızlık da.
Gelelim, kişi başına büyümeye. 2000’lerde bu veri iki etmenin birleşmesiyle üçe katlandı. Türkiye ekonomisi gerçekten büyüdü. Diğer yandan doların değeri düşüktü ve TL ise aşırı değerliydi. Böylece sabit fiyatlarla toplam yüzde 40 olan 2003-2008 kişi başına büyüme oranının cari dolar kuru üzerinden ifadesi kat be kat yüksek oldu. 2008 sonunda kişi başına gelir 10 bin 400 dolara yükseldi ama 2014 sonunda hâlâ 10 bin 400 dolardır. Üstelik Mart’ta 2015 büyüme verileri açıklandığında bunun 10 bin dolardan az olması olasılığı da söz konusudur.
Her durumda, 2002-2008 döneminde yaşanan cari dolar kuru ifadeli hızlı büyüme, son yedi yılda yerinde sayıyor.
Soruyoruz;
Ekonomideki “büyü” bozulmuş mudur?
Orta gelir tuzağının “tuzaklarından” çıkamıyor muyuz?
Kırılgan yapılarımız niçin azalmıyor?
Yıllar önce kamu borç yükünün ağırlığıyla kendini gösteren kırılganlık, bu kez, nitelik değiştirerek, özel kesim borç yükünün ağırlığıyla karşımıza çıkmaktadır.
2002-2014 arasında kamu borçlanma oranı elbette düşürülmüştür. Buna karşılık özel kesim ve hane halkı borçlanması neredeyse aynı oranda artmıştır.
2002’de kamu kesimi borçlanma oranı GSYH’nin yüzde 69’una denkti. 2014 sonunda bu oran yüzde 35’e düştü. Düştü ama, aynı dönemde özel kesim borçlanma oranı da yüzde 18.7’den yüzde 34.4’e, hane halkı borçlanma oranı da yüzde 2’den yüzde 19’a yükseldi. Yani ekonominin toplam borçlanma oranı değişmedi. 2002’de yüzde 89,9’du, 2014 sonunda yüzde 88,3.
Bir taraftan bütçe verileri düzelirken diğer taraftan özel kesim ve hane halkının borçlanma oranının hızla artmasıyla yeni bir kırılganlık ortaya çıktı. Yavaşlayan-durgunlaşan büyüme ortamında bu büyük bir risktir.
İşsizlik konusunda da 2002 verileri ile 2014-2015 verileri arasında anlamlı bir fark yoktur. Resmi işsizlik tanımına göre oran yüzde 10 etrafında salınıyor son 13 yıldır.
Önümüzdeki dönemde dünya ekonomisinde uzun bir yavaşlama dönemine girildiği öngörüsü doğrulanırsa, Türkiye ekonomisinin orta gelir tuzağına bile değil, cari dolar üzerinden kişi başına gelirin gerilediği bir patikaya girme ihtimali güçleniyor. Orta gelir tuzağının diğer iki ayağı da daralma yönünde çalışıyor. En önemli neden olarak görülen siyasal istikrarsızlık giderek güçleniyor. Kürt sorununda yaşanan, çatışma, ölüm, katliam, kaos, acılar... Bu orta gelir tuzağının üçüncü kapanı, dış politikada yaşanan gelişmeler..
Hem finansman hem de yapısal dönüşüm açısından dünya ekonomisine açık olması gerekli olan Türkiye ekonomisi artık eskisi gibi güvenli liman olarak algılanmıyor.
Dış sermaye girişindeki yavaşlamayı kayıt dışı para girişleriyle gidermeye çalışmak ekonomiyi giderek kırılganlaştırmaktadır.
Büyüme, borçlanma, işsizlik ve dış politika ile içerdeki toplumsal sorunlara dikkat çekmeye çalıştık bu yazıda..
Çözüm olarak önerimiz ne?
Şudur; toplumsal aklımızı, gerçekten tam bağımsızlıkçı bir anlayışla, birlik ve bütünlük içinde, oluşturmak, kapsayıcı, adil bir bölüşüm ve üretkenlik temelinde “verimlilik ekonomisine” geçmektir.