BOP’la, BİP’le tahrik ve taciz olunan İslâm; Alçakça, kalleşçe ve hunharca soykırıma uğratılan, ihanete maruz kalarak helâk olan Müslüman.. Toplantılarında İngilizce konuşulacak kadar insanlık ve İslâm dışı “İslâm Konferansı Örgütü” vahşet, soykırım ve dalâlete seyirci!..
Oysa köktendincilik adını verdikleri, esasta kendi güdümlerindeki bir akım, özellikle masonlar, Musevilik ve Hıristiyanlığa özgüdür. Zira tarihin hiçbir döneminde Müslümanlar Engizisyon Mahkemeleri, kitle imha fırınları ve ölüm çukurları kurmamıştır. Bu cihetle, Türk Milleti ve İslâm ümmetine katliam, soykırım, zorunlu göç gibi yalan ve iftiralar, tefrika isnat edenler; Kesinlikle ajan provakatör, dönme-devşirme, kripto ve zina ürünü bedhahlar olup; Bu hain furya, dış güdüm ve misyoner saldırıları karşısında diyanet ve hükümet aciz kalmakta!..
Hakikatte bu bir sahtekârlık, hukuk-u düvel ihlâli ve Müslümanların hakkını gasp, irtikap, insan hakları, adalet ve hukuk düşmanlığı; Dahası tam bir despotluktur. Zira başta ABD, İngiltere ve İsrail, pagan-muharref İsevi-Musevi düzleminde yer alan “mafya ve çete” organizasyonlarının nezaretinde şeriatla yönetilmektedirler..
Bu şer, şeamet ve şeytanla ortaklık Atatürk tarafından çok iyi bilindiği ve kavrandığı içindir ki; İlk Dinayet Teşkilâtı Lozan öncesi çok güçlü, alanında hâkim ve başvekâlete bağlı “özerk bir kurum olarak” teşkil ettirilmiştir. Ancak, 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Antlaşmasından sonra; (?) 3 Mart 1924’de cebren, baskı, dayatma ve hileyle tenzile maruz kalmıştır. Lozan antlaşmasını müteakip revize edilmesinin nedeni: Başta İngilizler ve ABD olmak üzere, bütün galiplerin “Yeni TC, kesinlikle halifeliği ilga etmeli ve bir ikame teşkilât dahi kurmaya teşebbüs etmemelidir” biçimindeki domuzluktan gelen düşmanlık yüzündendir.
Zaten, malum ve meşhur “şark raporu’nun” amacı da bu değimli idi. İslâm’ı ilga!...
Diyanetin bakiyesi de zaten, Atatürk sayesinde mümkün ve kabil olabilmiştir.
Kaldı ki, azınlık Kiliseleri ve Yahudi Havralarının statüsü bile Lozan’da belirlendi.
Hal böyle olunca; Bu elbette bir prematüre doğum veya başka bir anlatımla daha yürümeye bile başlamadan, alçakça bir saldırıya maruz kalmaktır. Dinayet İşleri Başkanlığı (ilk adı), Lozan’la dizayn edilen yeni din hayatı içinde “mümkün olan en iyi biçimde” teşkil edildi, teşkilâtlandı ve işlevini; Atatürk döneminde mükemmel bir surette yerine getirdi.
Fakat, Atatürk’ün katledilmesinden itibaren, hiçbir şey eskisi gibi olmadı!...
Hani kinâyeten cahil, gafil veya maniple bir kesim “dinler arası diyalog” nam menfur bir furya başlatmıştı da; Böylece, önce Âyet, (Kur-an), sonra Hâdis (Cenabı Peygamberin söz, vasiyet, emanet ve âlemlere rahmet, insanlığa örnek yaşamı) İcma, İçtihat ve Kıyas-ı Fukaha bir kenara atılıp; Ashabı Kiram, Ashabı Güzin, Evlâdı Resul ve Asrı Sâadet imamlarının “arı-duru, saf ve samimi, tertemiz din yolu: Ehli sünnet ve’l cemaat” akaidi yok sayılıvermişti..
Eş zamanda Âl-i İmran Suresinin 19. âyeti kısmen hutbelerden kaldırıldı. Rabbin, kul hakkı dâhil, af-mağfiret kapılarının tümüyle açık olduğu yalanı yayıldı. Akabinde Vahhabilik benzeri bir “light/yumuşak” İslâm akımı aldı yürüdü. Bu arada kâfir Amerika “Furkan” adlı, sözde hakiki Kur-an’ı piyasaya sürdü. Furkan aşkıyla 5 Milyonu aşkın Müslüman katledildi.
Diğer taraftan AB müktesebatına göre misyonerlik, yasal güvence altına alınıp, faili katli vacip zina suç olmaktan çıkartılırken; Başta Avrupa olmak üzere, dünyanın her tarafında “irşâd” faaliyetlerine despotik önlemler getirildi. AB’de, özel konut dışında Türkçe konuşmak men edildi. Camilere ‘minare’ yapma yasağı katılaştı, minareden “hoparlörle ezan okumak” bütün Vahşi Batı ve eski SSCB hinterlandında Azerbaycan ve Bosna Hersek dâhil “alçakça ve düşmanca” yasaklandı. Bunların hiçbirine TC diyanet kurumu karşı çıkmadı veya çıkamadı!...
Diyanet, bir defa bile; “AB’ye karşıyız” diyebilme yürekliliğini gösteremedi!..
Özellikle İslâm’a ve insana zıt olmasına; akıl, adalet, ilim, hukuk, ahlâk, özgürlük ve egemenliğe aykırı menfur dayatmalara maruz kalınmasına rağmen ‘domuzlaşmış’ bir karakterle AB kapılarında pineklemeyi sürdürmek, apaçık bir sorumsuzluk, aymazlık, onursuzluk ve dinsizliktir.
Diyanet bu süreçte: "Aziz ve Kadim Türk Milleti, İslâm Ümmeti, İyi İnsan, Namuslu, Dürüst, Onurlu, Sorumlu ve İyi Vatandaşlarımızın" boy hedefi, ağlama duvarı ve günah keçisi oldu. Ancak, bütün haklı, hukuki, yerinde ve doğru tepkilere rağmen, Politik ACI’lar, batı yalakalığı, her daim zebunu oldukları hırs, ihtiras ve muhtemelen menfaatleri uğruna her kepazeliğe (görüntü ve menfur kutlamalara bakılırsa) isteyerek, keyifle katlandılar?!... İşte bunlara lânet olsun ve Rabbin Kahhar ismi şerifi mucibi kahrolsunlar inşâllah...