Bunlar İyice Gemi Azıya Aldı!..
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki PKK’lılar, artık gemi iyice azıya aldılar.
Baktılar, bugüne kadar yaptıkları söylemlerle, eylemlerle toplumlarda yeterince infial yaratıp, yeterince olay çıkartamayınca, bölünmeye giden yolda uygulamaya koydukları senaryolarını, kendilerine figüranlık rolü biçen senaristlerin ellerine tutuşturdukları tekstler doğrultusunda daha da şiddetlendirmeye başladılar.
Önceki gün terörist odaklarının vekili olan (ki, bunlara milletvekili demek en azından bana zul geliyor. Bunlar asla milletvekili olamaz, ancak terör örgütünün vekili olarak TBMM’de yer alıyor) Hasip Kaplan, Meclis kürsüsünden alenin bu ülkenin kaymakamını, valisini, milletvekilini, bakanını ve başbakanını tehdit etti.
Hem de milyonların gözü önünde.
Artık işi çığrından çıkarmak için, ellerinden gelen her kozu oynamaya başladılar.
Öte yandan, her demeç veren PKK’lı vekiller, “Sayın Öcalan” ile başlayan uzun söylemlerde bulunarak, bu toplumun nabzını özellikle germeye devam ediyorlar.
Şehirlerdeki eşkiya uzantılarına da gönderdikleri mesajlarla, öne küçük çocukları sürerek, toplumsal travmalar, toplumsal isyanlar yaratma peşindeler.
Araba kundaklamaları, dükkan yağmalamaları, kepenk kapattırmaları, açık olan dükkanların cam çerçevelerini indirmeleri yetmiyormuş gibi, bir de şimdi polise ve askere taşlı-sopalı-molotoflu saldırılar da artmaya başladı.
Amaç tabii ki, toplumu sindirmek, korkutmak, yeri geldiğinde onların sabrını taşırıp, kendilerine yönelik galeyana gelmesini sağlamak ve tüm bunların sonucunda iç savaşa kadar uzanan bir olayı yaratmak.
Tabii ki tüm bunlar biliniyor, görülüyor, hissediliyor. Ama unutulmamalıdır ki, sabrın da bir sınırı var.
Adam, ekmek teknesi otobüsünü evinin kapısına çekiyor, sabahın köründe servis çekmek için yola çıkacak, ama vekilinin verdiği talimat doğrultusunda eşkiyanın şehirdeki uzantıları, ekmek teknesini molotof kokteyli ile kundaklıyor, yakıyor ve kullanılamaz hale getiriyor.
Şimdi, bu ailenin yaşadıklarını kim anlayabilir?
Ancak, ekmek teknesi yanan bir başka biri...
Televizyon muhabiri, polise taş atan bir grup küçük çocukla konuşuyor, “Neden taş atıyorsunuz?” diye soruyor... Alınan cevaba bakın;
“Polis bizim düşmanımız...”
Küçücük çocukların beynini şimdiden bu şekilde yıkayıp, nimetlerinden sonsuza kadar yararlandıkları bu devletin polisini düşman olarak gösterme gayreti içerisindeler.
Aynı zamanda bir hukukçu olan Hasip Kaplan, ne söylediğini bilmeyecek bir yapıda değil tabii ki. Son derece bilinçli olarak, meclis kürsüsünden tehditini yapıyor.
Onun oradan, Yüce Atatürk’ün konuşma yaptığı kürsüden bu ülkenin, TC’nin başbakanını tehdit etmesi, sokaklarda hazır kıta gibi bekleyenleri harekete geçiriyor doğal olarak.
Saldırılar, yakmalar, yıkmalar birbirini kovalıyor.
Ne kadar çok can yakalarlarsa, toplumda o kadar infial duygusu yaratacaklarını da çok iyi biliyorlar ve kendi yandaşlarını bu doğrultuda alabildiğine işliyorlar.
Devlete karşı oluşturdukları bu kin ve nefret tohumlarını alabildiğine saçarlarken, öte yandan yine bu devletin nimetlerinden de alabildiğine yararlanmanın yollarını da sürdürüyorlar.
Bu devlete, bu millete en ufak bir katma değer üretmeyenler, bu devletin ve bu milletin sırtında asalak gibi yaşamayı da kendilerinde en doğal hak olarak görüyorlar.
Karşılığını da, yıkarak, dökerek ödüyorlar.
Hem de büyük şehirler başta olmak üzere.
Bu nankörlüğün dik alası dediğimiz bir göstergesinden başka bir şey değil kesinlikle.
Bu devletin maaşı ile besleneceksin, bu devletin doktoruna muayene olacaksın, bu devletin sana sağladığı her türlü imkanlardan alabildiğine yararlanacaksın ve bu devletin varlığına dinamit koyacaksın. İşin kötü tarafı da bizler de böyle seyrediyoruz. Tıpkı bir film izler gibi... Duyarsızlık içerisinde hem de...
Aşağıda yer alan soldaki resme iyice bir bakın.
Bakın da, bu ülkenin başına yıllar yılı bela olan insanları bir kez daha görün!..
Birine kucak açtık, canını kurtardık, yıllar yılı cebine maaş koyduk, kırmızı pasaport verdik, bir dediğini iki etmedik, karşılığını da şimdilerde görüyoruz. Hainlik olarak...
Diğerlerinin de ondan farkı var mı sanki?
Birisini uluslararası senaryolar doğrultusunda içeriye tıkarken, diğerini de TBMM’ye sokuyoruz.
Daha beter bizlere karşı, bu devlete karşı düşman yetiştirsin diye...
Aslında, hepimiz biliyoruz ki bunların hepsi birer piyon, birer maşa...
Onlar, sadece kendilerine biçilen rolü oynuyor.
Bir anlamda onlara kızmak da pek doğru değil. Çünkü, nerede üç kuruş fazla bir menfaati görüyorlarsa, kendilerini onların kucağına atmakta herhangi bir sakınca görmüyorlar.
İyi de bizim içimizdeki hainleri nasıl temizleyeceğiz, asıl önemli olan onlar.
Binlerce yıllık devlet geleneği olmasıyla gurur duyduğumuz Türk devletinin, daha şunun şurasında 250 yıllık bir geçmişi olan ABD’nin ve onun piyonu durumundaki AB’nin isteklerine göre mi şekillendireceğiz?
Millet olarak, ne zaman dostumuzla düşmanımızı ayırt edip, oynanan bu uluslararası oyunu bozmak için bir araya geleceğiz.
Yoksa üzerimize serpilen bu uyuşukluk tozunun etkisiyle, “ne olursa olsun bana ne?”, demeye devam mı edeceğiz?
Çocuklarımıza böyle bir miras mı bırakacağız?