Bugünkü TKP eski TKP değildir… Biline -I
Sevdalınız komünisttir' diyordu, bir şiirinde sevgili Nazım Hikmet… Ve komünistler bugün, olmayan partilerinin 88. yılını kutluyorlar.Tam 28 yıl önce, bir gece vakti yazılamaya çıktık. Güvenliğimiz alınıyor ve yazılamaya çıkıyoruz. Bir ben, bir düzine adamın içinden tanıdığım biri ve TKP'nin kuruluş yıldönümüyle ilgili duvarlara "TKP Yaşıyor, Savaşıyor", "TKP 60 yaşında", "Umudumuz TKP" diye sloganlar yazıyorum.
Gençlik yıllarında komünist biriyle tanışma bahtiyarlığına erişme hayalleri kuran ben, 28 yıl önce TKP'nin yazılamasında görev alıyorum. Ertesi gün gençlikten arkadaşlar şaşkınlar, bölgenin her tarafında TKP'nin yazılamasını konuşuyorlar. TKP'nin kuruluşunun 60. yılında Türkiye'nin dört bir tarafında bombalı pankartlar asılıyor ve yazılamalar, kuşlamalar yapılıyor. TKP ilk defa kuruluşunu görkemli kutluyordu.
12 Eylül faşizminden birkaç gün öncesi, İzmit'te büyük bir miting düzenleniyordu.
"Faşizme geçit yok" sloganları ortalığı inletiyor. Süleyman Üstün Hoca kürsüde konuşuyor. "Onların tankları tüfekleri varsa, bizim de üretimi durduracak ellerimiz var" diyerek o görkemli sesiyle, alanda bulunanlara ajitasyon çekiyor.
Birkaç gün sonra tankları, topları ve tüfekleri olanlar faşist bir darbe yapıyorlar ve üretimi durdurtacak olan eller ise kelepçeli… Kelepçeli ellere elektrik veriliyor… Kelepçeli ayaklar falakadan geçiriliyor. "Kahrolsun Faşizm, Faşizme karşı omuz omuza" diyen dillere elektrik kabloları bağlanıyor.
Ülke bir açık cezaevine, her kolluk gücünün olduğu yer işkencehaneye çevriliyor. Ölümün sessizliği çöküyor ülkenin üzerine… 12 Eylül’den önce sağ-sol tarafından yaratıldığı söylenen terör, devletin resmi güçleri tarafından yurttaşları üzerinde alenen uygulanmaya başlıyordu.
Ölüm kol gezdikçe daha çok silaha sarılıyorduk
70'li yıllarda ülkenin her tarafında ölüm kol geziyordu. Bir gün önce, birkaç dakika önce yan yana olduğunuz gencecik insanlar, yol arkadaşlarınız bir çatışmada, bir bombalamada, bir pusuda yitiyordu. Yumruklar havaya kaldırılıyor, hesabının sorulacağı, intikamının alınacağı üzerine antlar içiliyordu.
Öldürenin cenahından olduğu düşünülen, sempatizanı olan ya da gerçekten öyle olan birilerine; okulda, sokakta, evinin kapısında hain bir pusu kuruluyor ve öldürülüyordu.
Her ölümden sonra sağda ve solda şehitlik üzerine marşlar, şiirler söyleniyor sağ ve sol yumruklar havada öç almanın antları içiliyor ve 'bir bizden bir sizden' diye ölüm ülkenin dört tarafında kol geziyordu.
Ölüm kol gezdikçe daha çok silaha sarılıyor; silahlı mücadeleye karşı çıkmamıza rağmen, şiddetin içine hızla savruluyorduk.
12 Eylül faşizmini egemen kılmak isteyenler büyük bir tezgah yapıyorlardı. Önceki darbelerde olduğu gibi…. Kendi yurttaşlarına karşı cinayet örgütleri kuruyorlardı. Resmi ve gayri resmi örgütleriyle kendi yurttaşları üzerinde devletin sahibi olduklarını düşünenler, cinayetler işliyorlardı.
Gencecik çocuklar, ülkenin aydınları, sıradan insanlar her gün ölüyorlardı. Artık çeteleler tutuluyordu. Sağ solla çatışıyordu. Gerçek olan ise, güç odakları tarafından yönlendirilen terördü. Solun terör uygulamasının adı devrimci şiddetti. Kutsallaştırılan devrimci şiddet, faşist teröre karşı uygulandığı yetmiyor, sol içine yöneliyor o da yetmiyor, kendi içimizde farklı düşünene uyguluyorduk. Hepimiz şiddetin çocuklarıydık. Sağduyuyu yitirmiştik. Farklı olan herkes düşmandı. Düşmana karşı yapılan her mücadele ise kutsaldı.
Bugün de aynı zihniyetin temsilcileri var ve aynı tezgahları daha farklı olarak devreye sokmaya; hem de tüm deneyimleri ile, kendi yurttaşlarına karşı cinayetleri, sözde ülkenin çıkarları adına işle-meye devam ediyorlar. Dün acılar çekmiş olanlar da, kendi işkencecileri ve yol arkadaşlarının ölüm emrini verenlerle ve de devlet için kurşun atmayı ve kurşun yemeyi mubah gören bir zihniyetle işbirliği yapmayı vatanseverlik sayıyorlardı.