Bugün Ne Giysem?
Kızının odasına girdiğinde yorganı yerdeydi. Yorganı tekrar örttüğünde, Melis sağına dönse de uyanacak gibi değildi. Annesi perdeyi açtığında dışarısı da zifiri karanlıktı. Kızının beş- on dakika daha uyusun diyerek mutfağa kahvaltıyı hazırlamaya yöneldi. Kızının birazdan kıyafet konusundaki mücadelesi aklına geldiğinde sinirlendi. Televizyonun düğmesine dokunup mutfağın kapısını açtığında temiz havanın ürpertisiyle kendine gelebildi. Seçtiği kanalda dünün tekrarı haberler hiç de iç açıcı değildi. “Bu ülkede hiç mi güzel haber olmaz!” diyerek domatesleri ince ince kesip masanın ortasına koydu. Fokurdayan çaydanlığın altını kısıp kızını uyandırmaya gittiğinde, deliksiz uyuyan kızını, ses tonunu artırarak uyandırmak zorunda kaldı. Melis:
“Ya anne bugünde okula gitmesem olmaz mı? Çok uykum var!”
“Olur, mu kızım öyle şey! Sana yüzlerce kez söyledim, erken yat, diye. Bak bu halinle şimdi nasıl ders dinleyeceksin!”
“Tamam, anne her gün aynı nasihat!” diyen Melis, banyoya girdiğinde aynada uzun süre kendini henüz yarı açıkgözleriyle süzdü. Kendi kendine; “Vesselam güzel kızsın” diyerek odasına döndüğünde elbise dolabının karşısında uzun süre dikildi. Bir baştan diğer başa elbiseleri süzdükten sonra “Bugün ne giysem?” diyerek kafasını kaşıdı. “Allah kahretsin yeni bir elbisem yok!” dediğinde annesi de kapıdaydı. Kızına: “Daha bir hafta önce alışveriş yapmadık mı?” dediğinde Melis burun kıvırdı. Dolabındaki birkaç elbiseyi kaydırıp arasından ‘Seven Hill’ marka elbisesini giydiğinde ayna karşısında beğenmedi. Tekrar çıkardığında servisine de yirmi dakikası vardı. Mavi desen üzerinde papatya desenli elbisesini giydiğinde bu kez üstünde marka etiketi olmamasına üzülüp tekrar çıkardı. Annesinin kızmasıyla “Zara” marka elbisesini burnunu kıvırarak giyip, kahvaltı masasına oturduğunda, servis arabasının da kornası hiç durmuyordu.
Sınıfa ilk girenler, sonradan gelen arkadaşlarını süzüyordu. Birbirlerine “Ya Eda her gün aynı elbiseyi giymeden bıkmadı mı?” , “Ayça’nın elbisesi de üzerinde hiç güzel durmuyor, yoksa marka değil mi?” , “Cem’in ceketine bak ya buna benim babamın maaşı bile yetmez!” sözleri arasında sınıfa giren bayan öğretmenlerinin giysisinin de albenisi yoktu. Ders başladığında öğrenciler birbirlerini süzmeye devam ediyordu. Sınıfın çalışkan öğrencilerinden Mehmet ise çevresinde olup bitenlerle ilgilenmeden pür dikkat öğretmenini dinliyordu. Şık giyimli Tunç’la birlikte oturan Mehmet’e diğer öğrenciler farklı bakıyordu. Hatta “ Bu çocuğun giyecek başka elbisesi yok mu?” , “Benim giymediklerimi versem acaba gücenir mi?” diyenler de oluyordu. Öğretmen tahtada dersini anlatmaya devam ettiğinde Mehmet, yan tarafta oturan arkadaşının kazağına takıldı. Üzerindeki etiketi okumaya çalışsa da, kazağın hangi marka olduğunu anlayamadı. Pencereden dışarıya dalgınca baktı. Babasının inşaatlardan yorgun döndüğünü, annesinin ise temizlikte yorulup, yine de ev işlerini yapması aklına düştüğünde gözleri doldu. Öğretmeninin Karacaoğlan’ın,
Vara vara vardım ol kara taşa
Hasret kodun beni kavim kardaşa
Sebep gözden akan bu kanlı yaşa
Sebep gözden akan bu kanlı yaşa
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm
Nice sultanları tahttan indirdi
Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm
Karacaoğlan der ki, kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm
Şiirini okuduğunda Mehmet’in gözyaşı haftalarca giydiği pantolonuna düştüğünde, gözyaşının lekesi de gittikçe genişliyordu…