Buğday Bozulunca…
Beşeriyetin beslenmesinde en temel gıdasının tahıl olduğunu bilen şer odakları, ifsada buğdayla başlarlar. Papaz Mendel’in açtığı yoldan ilerleyen Rockefeller Vakfı, Dr Borlaug adlı şeytanı destekler ve buğdayın genetik yapısını değiştirirler.
İlk olarak iklimi nedeniyle yılda iki kez hasat imkânı bulunan Meksika’da Rockefeller Vakfı’nca Uluslararası Mısır ve Buğday Geliştirme Merkezi (IMWIC) kurulur. Ardından dünyadan binlerce tabiî tahıl türü toplanır. “Arkeolojik kazılara destek” adıyla eski tohumlar ele geçirilir.
Toplanan türler üzerinde yapılan genetik müdahalelerle "hibrit buğday" türleri elde edilir. Soğuğa, sıcağa, kuraklığa dayanıklı olduğu iddiasıyla takdim edilen bu yeni sentetik türlerin 1943’de Meksika’nın yanı sıra Hindistan ve Türkiye gönderilerek ektirilir.
Bununla yetinilmez! Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkelerden mühendis ve akademisyenler seçilip Amerika’ya götürülerek, bu yeni ifsad teknik öğretilir. Öğretilmekle kalmaz, muhtemel zararlarını sorgulamaları engellenecek şekilde bilinçlendirilirler. Bencil ve madde medeniyeti olan batı hayranlığı genlerine kadar işlenir. Onlarda döndüklerinde aynını ülkelerinde tekrarlarlar.
Bu sayede bu melezleştirmenin doğuracağı dertler, insan ve tabiata vereceği zararı araştırmak şöyle dursun, aksi yönde görüş belirtenlerle alay ederler.
Aslıyla karşılaştırıldığı / mukayese edildiğinde ismi dışında artık tanınmaz bir hâl alan yeni sentetik buğday, arpa ve yulafla ilgili 1964’de Tarım Bakanlığı’nca yayınlanan ve Hediye Tuncer tarafından kaleme alınan eser, Türkiye’nin ifsattaki rolünü göstermesi bakımından önemli bir belge.
Mesela sayfa 52’de P9-1 adını verdiklerin yeni sentetik buğday, 1950’de 52 sert ak, 702 ak, çavdarın melezlenmesi ile elde edildiği kaydediliyor. 52 ve 702 ise başka türlerle melezlenmiş türler. Yıllardır devam eden çapraz melezlemeler sayesinde yeni türde anaçtan neredeyse eser kalmaz.
Türkiye 1930’lardaki yapılan kazılarda milattan önce 8 bin yıl öncesine ait buğday ve arpalar bulunmuş. Şimdi bu türler nerede ve kimlerin elinde bilmiyoruz ama bildiğimiz şu ki dünyadaki buğday türlerinin en zengin ve en kalitelileri Anadolu’da yetişiyormuş. Literatürdeki 270 yumuşak buğdayın 233’ü bu topraklarda imiş. Ama şeytan Rockefellerin tuzağına düştüğümüzden bu yana artık gerçek buğdayı kaybettik.
Bugün dünyadaki yaygın ekimi yapılan buğdayın yüzde 99’ü yeni sentetik bozulmuş buğdaylar. Bu vesileyle belirtelim ki, “buğdayın atası Siyez’di, diğer tabii türler sonradan çıktı” tezi gerçeği tam yansıtmaz. Bu görüşü savunmak bilmeden de olsa hibritçilerin değirmenine su taşıtır. Ancak siyez türü bozulmamış sağlam bir türdür.
Her insan bilmeli ki, hangi maksatla olursa olsun, tohum ve canlılara müdahale edip onu değiştirmek, Allah’ın yaratma biçimine müdahale olup hannasın şeytanî eylemidir. Bugün adına ister “GDO”, ister “hibrit”, ister “melezleme”, ister “F1”isterse de “ıslah” denilsin bunlar fıtratla / yaratılışla savaştır. (Bakınız Bakara 11-12. Ayet-i Celileleri) Meşru ve ahlakî hiçbir temeli yoktur.
Bunu yapanların bir bölümü Allah’ın emirlerinden bihaber zihinsel iğfale uğra(tıl)mış kimseler, bir bölümü ise şeytan adına Allah’la savaşan hannastır.
Genetik müdahalenin en temel nedeni yani gerçek amaçları tohumların mülkiyeni ele geçirmek, sıhhat ve nesil emniyetini yok etmek içindir. Nasıl ki sayısız tür işkencenin bilimi üniversitelerde yapılıyorsa, yaratılışla savaşmanın eğitimi de aynı yerde veriliyor.
Sadece tahılı başağından daha kolay ayırmak için Q ve Tg genlerine müdahale edenler, hem türü zayıflatır hem de kimyasal zehirler daha kolay nüfuzunu sağlıyorlar.
Sapı kısaltılır ki, hem daha erken olgunlaşsın, hem de samanı azalsın. Saman azalsın ki, soya vs gibi yemlikler satılsın. Buğday biçerdövere uygun hale gelsin, başak eğilmesin.
Nasıl ki şeytanın her eylemi için bin bir bahanesi varsa, onun emrinde bu ifsadçıların da öyle...
Hz Âdem’den bu güne gelen ve Allah’ın bize emaneti olan gerçek tabiî tohumlara yapılan genetik müdahalenin sonuçları hakkında dünyada pek az çalışma var. Türkiye’de ise hiç yok. Bunların zararsızlığını dikte eden küresel iblisler, bu hususta çalışma yapanları şantaj ve tehditle susturmuşlardır.
Ancak, zalimden daha dirayetli cesur adamların yaptığı çalışmalar göstermiştir ki, özellikle buğdayın glüten proteinleri melezleştirme sırasında önemli değişimler geçiyor. Bu sayede glüten alerjisi veya çölyak ortaya çıkıyor. Melezlenmiş bir buğday ile anaç buğday karşılaştırıldığında yeni sentetik türde ebeveynde olmayan 14 yeni protein tespit edilir. Daha önce hiçbir canlıda görülmeyen bu yeni proteinleri barındıran yeni buğdayları yiyenlerde ölümcül sonuçlar ortaya çıkardığı görülür.
Hâşâ sanki Allah, bir şeyleri eksik bırakmışta kıt aklıyla bunları tamamladığını sanan zavallı insanların bu müdahaleleri toplumdan yeterli tepkiyi görmüyor. Aksine satın alınarak teşvik ediliyor. Bunları sorgulamanda alıp yemekle kalınmamış, ekim dikimine izin verilmiş, 80 yıldır devletten kaynak ayrılmış, hatta bir devlet politikasına dönüştürülmüştür.
Toplumun tüm fertleri ile din, diyanet konusunda mangalda kül bırakmadığı halde bu hususta dut yemiş bülbül kesilen ilahiyatçılar ve bilimi şerrinin aracı kılan batının gerçek yüzünü göremeyen her kim varsa bu ifsadın suç ortağı olagelmişler.
Yeni tohumların insan eliyle “yaratılmış” ve yine insanı yiyen canavarlar olduğunu görmek için neyi bekliyoruz acaba?
Bugün ödediğimiz organ yetmezliği, çölyak, kanser ve hatta kısırlık bu sessizliğin faturadır. Ey İnsanlar! Hakikati görmek için kıyameti mi bekliyorsunuz! Kaynak: Yeni Söz Gazetesi