Bu Yıl Leyleği Havada Gördük…
Bu yıl resmen göçmen kuşlara döndük... Hani bir deyim var ya, 'leyleği havada görmek’ bizimki de tam bu hesap oldu...
Bu yıl gezme yılımızdı... Tabi Sevgili eşim Aynur tatil programı yapmasaydı sittin sene böyle bir tatil dönemi yaşayamazdım...
Bu yıl ki tatillerden çıkardığım ana ders ise şu: Küçük çocuklarınız varsa asla tatile çıkmayın... Ya çocukları bırakarak ya da bakıcılarını tatile götürün. Ki, tatil burnunuzdan gelmesin...
Çocuklar annelerin ve babaların zaaflarını müthiş biliyorlar... Ve resmen birer iyi oyuncu gibi oynuyorlar... Ağlanacak mı, sonuna kadar ağla... Zırlanacak mı, sonuna kadar zırla... Çıngar mı çıkarılacak çıkar... Yeter ki, dedikleri olsun... Dediklerinin olduğu anda salya sümük ağlayan çocuk birden gidiyor yerine başka bir çocuk geliyor...
Ve çocuklar ilkokula başlayıncaya kadar tatile çocuksuz çıkılacak... Bu yıl ki tatillerin ana fikri bu... İyi bir tatil mi yapmak istiyorsun... Eşler yalnız olacak...
İyi eğlenmek mi istiyorsun... Eşler başbaşa olacak...
İyi bir dinlenmek mi istiyorsun... Eşler balayında olduğu gibi takılacak...
Adriyatik Gezisi’ne çıktık, Costa Cruise'in yeni gemisi 5 yıldızla Costa Fascinosa ile İstanbul'dan yola çıkarak 8. gün İstanbul'a demir attık... İstanbul'dan yola çıktık... 2. gün denizdeyiz... 3. gün Hırvatistan'ın Dubrovnik kentine demir attık.. Masallardaki bir kent Dubrovnik... Tarih içinden çıkmış gibi... Hiçbir şeyini yitirmemiş gibi.... Tarihin derinliklerinde dolaşır gibi dolaşıyorsunuz...
4. gün İtalya'nın Venedik kentinteyiz... Eşim Aynur'un hayran olduğu kent... Sular içersinde bir kent..
Binaların alt katının suların dönem dönem yükselmesinden dolayı kullanılamayan kent...
Fiyatların ise dudak uçaklattığı kent... Bir küçük kolanın 9 euro olduğu, bir kondol gezisinin 80 euro olduğu kent... Dubdrovnik ve Venedik sanki sadece turistler var... Hırvatlar ve İtalyanlar ise yoklar... Kum taneleri gibi dünyanın her tarafından turistler, adım adım kentleri geziyorlar, fotoğraf çekiyorlar... Alışverişler yapılıyor, yemekler yeniliyor...
5. gün İtalya'nın Bari kentindeyiz... 6. gün ise Yunanistan'dayız... Bizim buralar... Ne çok birbirimize benziyoruz.. Ne çok bize benziyor topraklar...
Tarihin ayıramadığı iki yaka, siyasilerin ayırdığı ve düşmanlık ektiği iki yakanın halkları...
Yunanistan Katakolon'dayız... Araba kiralıyoruz.. Direksiyonun başına geçiyorum ve Katakolon yollarındayız... Deli gibi zamanla yarışıyoruz... Olympiayı geziyoruz... Zaman hızla akıyor... Koştura koştura müzeye koşuyoruz.... Tarihin muhteşemliği karşısında büyüleniyoruz...
Öylesine hızlı koşturuyoruz ki, gezeceğimiz yerleri yarım yamalak gezmek zorunda kalıyoruz.
Hele birde çocuklar var... Ki, biri baba diğeri anne diye ağlıyor... Biri kucakta ise diğeri de kucağa gelmek istiyor... Yok altı pislendi, hemen yer bul altını değiştir... Ardından geziye devam... Çocukların karnı acıktı, yok meyve suyu istedi... Müzeyi gezerken çocuklar heykellere dokunuyorlar görevlililer koştura koştura geliyorlar... Aman çocuklar dikkat... Ona dokunma, buna dokunma, şuna dokunma... Aman ağlama... Dur kardeşine vurma... Derken zaman hızla akıyor... Gemiye yetişmek zorundayız... Haydi arabamıza biniyoruz...
Tabi yolda aynı zamanda siyaset tartışıyoruz... Abimin kızı Sema, eşi Erdinç, çocukları Kuzey... Dünyanın her yerinde yine siyaset, yine Türkiye... Yine bildik kutuplaşma..
Yine bildik ezberler... Yine bildik önyargılar... Biz geziyoruz, tatil yapıyoruz... Aynı zamanda da üç çocuğun kavga etmemesi için her birimiz bir taraftan müdahale ediyoruz...
Son gün İstanbul'dayız... 7 gece 8 gün tatil bitti...
Yeniden aynı koşturmaca... Yeniden aynı sıkıntılar...
Hoşbulduk ve iyi ki yeniden işe başladık!