Bu Talan ya da Fırsattan İstifade Niye?
Görüp şaşırdığımız,”bu kadar da olmaz” dediğimiz ve Taksim Gezi Parkı ile örneğini gördüğümüz talanı ya da fırsattan istifadeyi son Azerbaycan gezsinde de görmüştüm. Azeri iktidarı Bakü şehrinde her buldukları yere insan ölçüleri ile uyuşmayan yüksek binalar dikiliyordu. Görünen o ki birkaç on yıl sonra canım kadim Bakü’den eser kalmayacak gibi gözüküyor.
Bu fırsatçılık neden?
Bunu üç kısımda inceleyebiliriz. Ki bu nedenleri incelemeden önce şunu belirtmeden geçmeyeyim; Bunu bin sekiz yüzlü yıllarda Avrupa ve Amerika gibi gelişmiş ülkeler de yaşadı. Şimdi artmayan nüfusları, durağanlaşmış göçler ile oturmuş medeniyet ve kültürleri ile bu yozlaşmayı savmış görünüyorlar.
Nedenlere başlamadan önce her üç nedeni de en çok tetikleyen, destekleyen ve besleyenin kişi başına düşen gelirin artması ve iç göçlerin hızlanması olduğunu da belirtelim.
Birinci nedenden başlayalım;
Devrimler veya sistemin köklü revizyondan geçirilmesi özellikle ülkemizdeki gibi çetin oluyorsa ve büyük maliyetler gerekiyorsa; bunu finansa eden kaynaklar var demektir. Finans kaynakları ettikleri harcamaları bir şekilde geri döndürmek isteyeceklerdir. Zaten dönüştürmenin en büyük amaçlarından biri de budur.
Geçmiş dönemin kendi sistem anlayışına göre koruyup, kolladığı ve zaman içerisinde çok değerlendiği-ki günümüzün değişimi devletçi(korumacı) sistemden liberal sisteme geçiştir- alanların talanıdır. Dolayısıyla şehirlere olan göçler ve yeni sistemin yeni zenginlerinin artan taleplerinin karşılanması için yapılacak yatırımlar için, şehrin içinde kalmış ve şehrin yaşayanları tarafından gözetilen alanların kullanılmaya açılmasıdır. Bu sistem değişikliğini finanse edenlerin kendilerinde vicdani(!) olarak hak görmelerinin neticesidir. Yani bir bakıma “savaş ganimetidir.”
İkinci neden ise; Yerine geçtikleri sistemin hor görüp dışladığı, yok saydığı ve her zaman ikinci sınıf vatandaş muamelesi yaptığı ya da kendilerini öyle zanneden kesimlerin; İktidara geldiklerinde çabucak zengin olma, yılların hıncını alma ve iktidardan gitme ihtimali ile kısa sürede maddi hayatlarını garantiye alma korku, sevda ve telaşları ve en önemlisi aç gözlülükleridir.
Üçüncüsü ise,
Bu “devrimi” yapanların şehirli olma yani kültürel anlamda şehirleşmek için henüz işin başında veya geçiş döneminde olmalarıdır.
Bunlar ağaçları köylerindeki ağaçlardan farklı olarak algılamazlar/anlamlandırmazlar. Çünkü o ağaçların orada var oluş anlamını kavrayacak kadar şehirli olamamışlardır. Onlar için ağaçlar maddi olarak var olup, kesilebilen ve yerine yenisi dikilebilecek bir bitkiden başka bir şey ifade etmez.
Şehir kültürünü henüz özümseyememiş-ki özümsemek birkaç nesil alır- bu kesimler için parklar, yollar ve binaların manevi anlamda ya da simgesel hiçbir değeri yoktur. Onlar için-iktidara gelenlerin siyasi düşüncelerine göre- kutsal olan yerler haricindeki hiçbir şeyin anlamı yoktur.
Zaten kendi siyasi düşüncelerine göre şehirler kurmaları ve yönetmeleri mümkün değildir. Çünkü onların oturmuş, kökleşmiş kültürleri olmadığı gibi bunu gerçekleştirebilecekleri alt yapıdan da yoksundurlar.
Yaptıkları her icraatı kutsala atfederek yapsalar bile; yapılan işi doğru kılmadığı gibi davalarını da yozlaştırır.
Görünen o ki;
Ülkemizde yerleşik kültür kökleşmediği sürece bu görgüsüzlüğü ve gör-düksüzlüğü daha uzun yıllar yaşayacağız vesselam…