Yeni Şafak yazarı Yaşar Süngü, Ramazan Bayramı’nda CocaCola’nın “şerbet” adıyla piyasaya sürdüğü ürüne yönelik, “CocaCola, Müslüman mahallede şerbet satıyor” demişti.
Yazının başlığına bakınca, CocaCola’nın “şerbet” sattığını sanırsınız. Oysa ortada şerbet falan yok.
Süngü’nün yazısındaki “Coca Cola'nın Müslüman mahallesinde sattığı Cappy Ramazan Şerbeti, satış rekorları kırmış. 2010 yılında 1 milyon adet üretilen ve Ramazan'ın ikinci haftasında tükenen Cappy Ramazan Şerbeti, 2011 yılı Ramazan ayında satışlarını 4'e katlarken, Cappy'nin Temmuz-Ağustos dönemindeki büyümesinin yüzde 40'ını Cappy Ramazan Şerbeti sağlamış” ifadeleri iyi niyetle kaleme alınmış ve durumun vahameti hakkında da bilgi verici...
Peki, bir yazının iyi niyetle yazılması yeterli mi?
Şerbetin tarihçesi ve önemi hakkında verilen bilgiler önemli hatırlatmalar. Ancak, Sayın Süngü’nün yazısını “özensiz” okuyanlar, CocaCola’nın “sözde şerbetinin” övüldüğü izlenimine kapılabilir.
Yazıdaki bir özeleştiri olan “Daha doğrusu biz unutmuşuz ama CocaCola unutmamış” cümlesinden sonra gelen “Şerbetin ana maddesi şeker ve sudur” şeklindeki tarif, hem bu hissiyatı güçlendiriyor hem de şerbet hakkında yanlışa yönlendiriyor.
Çünkü gerçek bir şerbet, yazıdaki tarifte olduğu üzere yapılmaz. Gerçek şerbete asla ‘şeker’ ilave edilmez. Bu ülkede rafine şekerin tarihi 1926’da başlarken, şerbetin tarihi ise neredeyse insanlık tarihine eşit...
Bir şerbetin ana maddesi; meyvenin taze sıkılmış suyu, bal, pekmez, şeker kamışı suyu…
Oysa CocaCola’nın “sözde şerbeti”nin böyle bir ürün olmadığına dair Yaşar beyin yazısında tek satır bile yok.
Farklı kimselerce yöneltilen sorulardan da anlaşılacağı üzere, yazıda ürünün gerçek bir “şerbet” olmadığı belirtilmeksizin, sadece yerli firmaların değil de, yabancı bir firmanın bunu üreterek voleyi vurması eleştiriliyor.
Aslında aynı içerikte bir ürünü -mesela- Ülker üretse yazarın bir itirazı olmayacak mı? Oysa bizler kimin ürettiğinden çok, ürünün gerçekliği ve sağlıklılığı ile ilgilenmeliyiz.
Böyle arzulanmasa bile, yazıyı okuyanların zihnine, bu sözde içecek “şerbet” olarak işlenmiş oluyor.
‘Bir ekonomi yazarının, konuya kendi zaviyesinden bakmasından daha doğal ne olabilir?’ denilebilir. Oysa bir okur, bir makaleyi, her zaman yazarın mesleği ve ilgi alanıyla ilişkilendirerek okumaz.
Bu nedenle yazar meseleyi ele alırken, okur üzerinde oluşturacağı olumlu olumsuz etkiyi de hesaba katması gerek.
Ramazan içindeki bir yazımızda bu konuyu “Global patronu Siyonist, yerli patronu şarapçı bir firma, her yıl yaptığı gibi yine Ramazan sömürüsü yapıyor. Su, şeker, glikoz şurubu, vişne ve kırmızı üzüm suyu konsantreleri, sitrik asit ve çeşitli aromalardan meydana gelen bir ürünü piyasaya sürmüş, iftar ve sahurda içilmesini istiyor. Adını da “Ramazan Şerbeti” koyuyor.
Bu sözde şerbette de çözücü olarak “alkol” eklendiği halde etiketinde belirtilmiyor.
Zaten AB ve Türk Gıda Kodeksi, hem bu tür içeceklere alkol ilave edilmesinde sakınca görmüyor, hem de 5 gr /litrenin altında alkol ilave edilen ürünleri “alkolsüz” ürün olarak kabul ediyor. Ayrıca ilave edilen bu alkolün etikete yazılmasını da zorunlu kılmıyor.
Sayısız kez kaleme aldığımız gibi, bir ürün doğal veya doğala özdeş/yapay aroma içeriyorsa, ürüne, çözücü yani homojenleştirici olarak alkol eklemesi kaçınılmaz oluyor.
Şerbet böyle mi yapılır? Hayır yapılmaz.
Bu şerbet mi? Değil.
Şerbet yazmasına kim izin vermiş? 21.05.2010 tarihli izniyle Tarım Bakanlığı.
Peki, bu ürün neden çıktı? Ramazanda satışı düşen kola ve diğer içeceklerden oluşan açığı kapatmak için…
Sadece bunun için mi? Hayır!
İftar’da alkollü, asitli, glikozlu, şerbet(!) için diye... Afiyet bal şeker olmasın. Çünkü isteseniz de olmaz” cümleleriyle eleştirmiştik.