Bu Mahallenin Nesini Beğenmedin
Hapse erken düştüm, copla erken tanıştım, küçük voltalardan bıktım-usandım diye yazmıştı Yusuf Hayaloğlu, Dokunma Yanarsın şiirinde...
Deli taylar gibi koşmak istiyordu en çok. Şimdi; ölümün karlı tepelerinde, ıssız ovalarında, geriye dönüp bakmadan, durmaksızın koşuyor olmalı...
O’nun deyimiyle; ölüm, sadık kalmıştı randevusuna... Deniz mavisi gözlerinde, intiharın gizemliği güzelliği gezinirdi. Hayat O’nun kirpiklerinde, sürgündü; sığınaklarda-yasaklarda, hain pusular ve sakallarında titrek bir yaşamdı...
...
Hayat nedir, nedir ki anne
Bir oyun, bir masal değil mi ?
Bak, kırıldı oyuncaklarım
Ömrüm gitti
Sevdam bitti
İnan, ben hiç büyümedim ki...
Hayat O’nun buğulu sesiydi; hayat, türküsüydü gözlerinin; hayat mavi, hayat intihardı; soğuk, ürkek ve kallavi... Hayaloğlu’nu okurken; Dostlar Meyhanesi’ne düşer yolunuz. O’nu okurken, uzaklara gidersiniz, çok uzaklara... Ölüme, kuşatılmışlığa, haksızlığa, sürgüne...
Ve O; sinsice sokulur içinize, aman vermeden sarar sizi. Gözleri hep, yarım kalmış bir sevinç hüznü taşır. Sakalları, inatla kirli ve saçlarında, yalnız açan gül kokusu...
Nasıl sinsice sokulursa içimize; işte öyle sinsice, sessizce uçar gider aramızdan...
...
Süzülüp gidiyorum işte
Bela olmadan
Yoluna çıkmadan
Hesap filan sormadan
İncitmeden, acıtmadan...
O’nun yokluğu, kafiyeleri ürkek bir şiirdir artık. Eksikliğinde; kalem yazmaz, göz görmez, kulak duymaz... Anlatılmaz, derin bir kederdir O’nu anmak.
Yıllar önce, Rıza’ya seslenmişti; o boğuk, buğulu sesiyle sitem edercesine. Şimdi ben, içimde acı ve çaresizlikle soruyorum O’na...
“Bu mahallenin,
nesini beğenmedin de öte yere taşındın...”