Sıklıkla bizim ‘az’, batı toplumlarının ise daha ‘çok’ okuduğundan söz edilir. Bu tespitler ‘doğru!’
Okumak ama nasıl? İsterseniz soruyu şöyle soralım: Çok okuma adına herkes önüne geleni mi okumalı? Popüler eserler ve yazarları mı yahut akademik yayınları mı tercih etmeli?
Sizler neyi tercih edersiniz bilemem. Ama iyiyle-kötünün, hakla-batılın birbirine karıştığı günümüz dünyasında önüne geleni okumak yerine, ümmi kalmayı tercih edenlerdenim. Eserden daha öncelikli olan şey yazar ve seçtiği konulardır. Bu her zaman eserin önüne geçer ve geçmeli de.
Aklı karışık, maksadı ifsat olan, kirli bir amaca hizmet eden, metin içine tuzaklar kuran, bilinçaltına saldıran, ticareti ön plana almış eserleri asla okumam. Bunu fark ettiğim anda o yazarı ve yayınevini fişlerim. Eserine kanaatimi not ederim.
OKUMA SORUNU VE TÜRKİYE
Çivisi çıkarılan Türkçede ‘okumak ‘ kelimesi hem diplomalı cahiller için, hem de bilgi öğrenmeyi dert edinmiş kimseler için kullanılıyor. Bu sebepten işler/kavramlar birbirine karışıyor.
Devlet denilen müesseselerde rol alan bürokrat ve siyasetçilerin neredeyse tamamı üniversite mezunu, pek çoğu lisansüstü eğitimler yapmış kimseler. Okullarımızı üniversite mezunları idare ediyor. Üniversitelerimiz profesörlerle dolu. Güya bunlar ‘okuyan’larımız ama sonuç ortada!
Bir üniversite herhangi bir bölümünü bitirmiş iseniz artık kesin olarak ‘uzman’, bir üniversiteye kapak atmışsanız da, kesin ‘bilim’ adamısınızdır. Her şeyi “siz” bilirsiniz, hatta bilmediklerinizi de.
Kimsenin işine yaramayacak bir konuda doktora ve doçentlik tezi hazırladığınızda da size “profesör” derler. Sonrası kasıntı…
Bu eğitimli taifenin pek çoğunun bilmediği tek şey, bilmediğini bilmemek! İşin kötüsü bu komik hallerini de bilmezler.
Bir lisanın tahrif edilmesi, bir toplumun geçmişle bağını koparmakla kalmaz, aynı zamanda geleceğini yok eder. Bilgi ve zihin karmaşasına yol açar. Bilgi, ilim, bilim, irfan, hakikat, hak, hukuk, adalet, tasavvur kısaca her şey yok olur, birbirine girer. İyiyle kötü ayırt edilemez hâle gelir.
Üniversite mezunlarınınız, idarecileriniz ve kanunlarınız ümmilik ile cehaleti, bilgi ile diplomayı, tecrübe ile malumatfuruşluğu birbirine karıştırıyor ise, orada işler ehline teslim edilmez ve kitapların pek çoğu da hakikatten bahsetmez hâle geliverir.
Nasıl ki, yapılar mütekebbirleşmiş ve insanların çoğu buralarda hayat sürmeyi ‘adam olmak’ sanır hale gelmişse, okuyanların pek çoğu da tahrifkâr eserlere itibar eder hâle geliverirler.
Otogarlardan dinlenme tesislerine, kitap eklerindeki tanıtımlardan korsana kadar hemen her yerde satılan eserler pek ilgimi çekmese de, zaman zaman ‘insanlar hangi kitapları okur’ diye merak eder, kitap satış sitelerinin çok satanlarını incelerim.
Mesela son zamanların meşhur ve popüler sözde yazarlarının faidesizliği bir yana, zararlı uyduruk metinlerini okuyarak zamanımı çöpe atmam.
Bugün yayıncıların bir bölümü okurun zaafını çok iyi keşfettiği için, sipariş kitap yaptırıyor. A kişisi yazıyor, popüler kişinin adıyla basılıp, telif kırışılıyor. Hatta öyle ki, bir mesele dert edinilip, üzerinde çalışıldığı için değil, yazarın artan popülaritesinin ranta dönüştürülmesi için birkaç haftada uyduruk eserler raflarda boy gösterebiliyor.
Kurgulanmış adamlara kurgulanmış eserler kaleme aldırırlar. Kimileri ise batılı kavramları eleştirirmiş gibi yaparak, şer ve şer güçlerin propagandasını yaparlar. Biraz din, biraz milliyetçilik serpiştirerek güven vermek isterler. Biraz aşk, biraz müstehcenlik serpiştirerek zaaflardan yararlanırlar. Hakikati söylermiş gibi yapıp, vehim ve korkuları beslerler. Doğru yolu gösterirmiş gibi yapıp, tahrif ederler. Küfrü ve şeytanî yapıları olduğundan büyük ve yenilmezmiş gibi takdim ederler.
BU ‘UĞUR’ NEREYE ‘KOŞAR’?
Son zamanların en çok satanlar listesinin başında Uğur Koşar’ın kitapları geliyor. Kendini “modern çağın aydınlanmış bilgesi(!)” (Kendini Bilen Rabbi’ni Bilir s.21) olarak tanımlayan Uğur Koşar, Yaratan’ın kendisine “kendini bulma, izleme, derin bakma rahmeti verdiği”ni (s.26) iddia ediyor.
İsimleri bile en basit anlamda pazarlama kurgusu içeren ancak daha derin hedefleri olduğu sezilen Uğur Koşar’ın kitaplarını baştan sona okumak yerine, şöyle bir göz gezdirdiğinizde sahih anlamda okura vereceği hiçbir şeyinin olmadığını görürsünüz.
Bu tip kitapların riski sadece paranız ve zamanınızın boşa gitmesiyle sınırlı olsa keşke! Bu durumda bir daha almaz ve okumazsınız. Ama özellikle Koşar’ın kitapları mayın tarlası gibiler. Bu mayınlara siz basmasanız da birileri gelir basarda, maazallah inancını yitirebilir.
Eserlerinden noktası virgülüne dokunmadan birkaç bölümü iktibas edelim de, ne demek istediğimiz anlaşılsın.
“Yaradan sana neden Hıristiyan oldun ya da neden Yahudi oldun diye sormayacaktır. O sana neden benim yolumda olmadın diye soracaktır. Onun yolu sevgi yoludur. Çünkü O sevginin kaynağıdır ve unutma tüm mezheplerin, dinlerin yolları O'na uzanır. Şimdi bir çocuk Hıristiyan bir toplumda doğmuşsa o nasıl Müslüman olsun? Allah senin yüreğindeki sevgiye bakar. Ayırım yapan zihindir.
Sana, sen bir Hıristiyan'sın derler, ona sen bir Müslüman'sın derler. Yaradan huzurunda herkes birdir, O herkesi eşit yaratmıştır, o halde bu ayrımı neden yapıyorsun? Sevgi gerçek dindir.
Yaradan namaz kılmanı ister ve namaz kılmaya izin veren Yaratıcı aynı zamanda meditasyonun doğmasına da izin vermiştir. Meditasyon Buda taralından ortaya çıkmış olabilir, fakat Yaradan izin vermeden bir ağacın yaprağı bile yerinden nasıl oynasın.
Sence Yaradan namaz kılmanı ve meditasyon yapmanı neden istemiştir, buna neden izin vermiştir? Çünkü namaz kıldığında ya da meditasyon yaptığında zihinden arınırsın, içsel yolculuğuna doğru yolculuğa çıkmışsındır…” (Kendini Bilen Rabbi’ni Bilir s.142)''Önemli olan senin öz niyetindir, sen Tanrı da desen yahut sen Allah da desen önemli olan kullandığın kelime değildir. Ben Allah diyorum, batı Tanrı diyebilir, doğu Yaradan diyebilir. Tüm yollar O'na uzanır, sen Müslüman da olsan, sen Yahudi de olsan senin yolun O'na ulaşacaktır. Anlıyor musun?” (Kendini Bilen Rabbi’ni Bilir s.224)