Bu Kahpelik Ne Zaman Bitecek?
Yine hergün bir ya da iki şehit cenazesi kaldırılması devam ediyor.
Irak ile terörle mücadele anlaşması imzalamışız.
Aman efendim ne büyük bir gelişme.
Irak yönetimi lütfetmiş içişleri bakanları arasında terör konusunda bir mutabakata varılmış.
Amerika, işgal edip inim inim inlettiği bir ülkede, Türkiye'nin başına bela olan bir terör örgütünü sonuna kadar kollayıp, koruyor, ona her türlü lojistik desteği veriyor ve palazlanıp güçlenmesi için her desteği sonuna kadar gösterip, Türkiye’nin PKK'ya karşı olası bir harekatına ise sonuna kadar karşı çıkıyor…
Sonra da, Türkiye'den beklentilere gelince "Türkiye bizim müttefikimizdir…" hamasetine sarılıyor.
Karşılık olarak hergün bir canımız, hergün bir vatan evladımızın cenazesini gözyaşları içerisinde toprağa verirken, tepkimiz karşısında da "Irak'ta bir yönetim var. Siz gidip Irak yönetimi ile anlaşın…" diyerek akıl veriyor.
Bizler de naçar bir şekilde "Peki efendim!.." demek zorunda kalıyoruz.
Sanki adamların düzenli bir ordusu, düzenli bir gücü varmış da, o güç bize yönelik tehditle mücadele etmeye muktedirmiş gibi bir de bizimle kafa buluyorlar.
Tam anlamıyla "kelin ilacı olsa önce başına sürer-miş" örneği.
Böyle bir güç olsa, öncelikle kendi ülkesinde hergün onlarca kişinin ölmesine yol açan şiddet eylemlerini önlerlerdi.
Kendisi himmete muhtaç dede, bize nereden yardım ede…
Öte yandan bir İran gibi olamamanın acizliğini de yaşıyoruz galiba.
Adamlar o kadar tehdite ve karşı çıkmaya karşı, "Ben güçlü ülkeyim!.." diyerek, günlerce Kandil dağını bombaladı.
Çünkü, oradan kendisine yönelik bir tehdit algıladı ve kendi sınırlarını, kendi güvenliğini korumak adına Kandil dağına bomba yağdırdı.
Kim sesini çıkarabildi?
Hiç kimse kusura bakmasın ama "Türkiye güçlü bir ülkedir" demekle güç gösterisi sergilenmiyor ne yazık ki!.. Yani lafla peynir gemisi yürümüyormuş...
Eğer ki, herkes kendi ulusal ve bölgesel çıkarlarını düşünüyorsa, biz neden düşünmüyoruz?
Daha devlet bile olamamış, parça buçuk halindeki Irak'ın çıkarları ön plana çıkarılıp, dünya konjonktüründe kendisine yer aranırken, binlerce yıllık bir devlet geleneğine sahip bir Türkiye'nin bugün içine düşürüldüğü durumu görüp de hayıflanmamak mümkün mü?
Hükümetin iddiasına göre içeride bin 500, dışarıda 3 bin 500 kişi, yani toplam 5 bin kişiden oluşan bir PKK belası ile binlerce yıllık bir gelenekten gelen devlet yapısına sahip Türkiye'nin baş edememesini böylesine bir acziyet içerisinde kabul etmek, her şeyden önce ülke içerisindeki insanımızın moralitesine olumsuz katkıda bulunacaktır. Bunu da kimseye anlatamazsınız.
Ve sanıyorum ki, bu devletin her kademesinde görev alan hiçbir kimsenin böylesine bir acziyeti bizlere yaşatmaya hem hakkı yoktur, hem de yetkisi…
Bunun vebalini de şimdi de çekeceklerdir, gelecekte de çekeceklerdir.
Bakın, ateş düştüğü yeri yakıyor.
Hergün ülkenin çeşitli bölgelerindeki evlerin ocakları sönüyor. Gözler kan çanağına dönüyor.
Ama her nedense duyarsızlık dizboyu sürüyor.
Sadece birkaç "yaparız… ederiz…" tarzında sözler.
Söylemlerle şiddet ve terör önlenmeye çalışılıyor.
Dünyanın neresinde lafla terör önlenmiş acaba?
Ya da biz "terörü laf üreterek önleyen tek ülkeyiz" diye, Birleşmiş Milletler tarihine geçmeyi mi düşünü-yoruz yoksa?
Baksanıza, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejat, çıkı-yor BM kürsüsüne ve ülkesinin bağımsız bir ülke olduğunun üstüne basa basa hiç kimsenin sözü ile hareket etmeyeceğinin altını çiziyor, biz ise Fransa'nın küstah Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin terbiyesizce bir oturuş içerisinde, "küçük dağları ben yarattım" havasıyla tepeden bakmasına sessiz kalıyoruz.
Sarkozy efendi böylesine bir oturuşu, Bush karşısında da sergilesin de görelim bakalım ne kadar yiğit olduğunu?
Ama kabahat onda mı, yoksa bizde mi?
Adama böylesine bir söz söyleme hakkını ve böylesine bir davranış sergileme özgürlüğünü veriyorsak, o da bu hakkı sonuna kadar kullanıyor işte!..
Biz ise habire hamaset edebiyatı üretmeye devam ediyoruz.
Karşımızdakiler ise bizi daha da güçsüz bırakmak için PKK'sından tutun da, diğer baş ağrıtacak tüm oluşumları sergilerken, bizler de millet olarak kendimizi odaklandırmışız çok farklı yönlere!..
Ülkenin güvenliği, ülkenin geleceği tehlike altındayken, uğraştığımız konulara bir bakın…
…………………….
Önceki gün ve dün yine canlar yandı, yine bazı evlerin ocakları söndü, yine analar kanlı gözyaşları döktü…
Acaba daha nereye kadar bu canlar verilmeye, bu kanlı gözyaşları ne zamana kadar dökülecek?
Adamlar kalleş… Adamlar kahpe… Adamlar korkak…
Askerin yiyeceği ekmeğin içine bomba koyup, yollarına mayın döşeyip, şuurunu aldıkları insanları canlı bomba olarak kullanıp, can alıyorlar.
Kalleşçe, kahpece ve korkakça…
Ve bunun adına da kimileri özgürlük savaşı diyor.
Aynı onlar gibi kalleşler, kahpeler ve korkaklar, bu sözde özgürlük savaşına arka çıkıyor, sonuna kadar PKK'yı destekliyor…
Siz bir Türk askerinin, üzerine bombalar sararak, canlı bomba olarak bir PKK inine girip, onlarla birlikte kendini imha ettiğini duydunuz mu?
Siz, onlara gönderilen yiyeceklerin, ekmeklerin arasına bomba konulup, inlerinde havaya uçurulduğunu işittiniz mi?
Ya da geçecekleri yollara mayın döşeyip de, uzaktan patlatıldığını.
Karşımızdakinin tüm kalleşliğine, tüm kahpeliğine karşın, Mehmetçik göğüs göğüse çarpışıp da, karşısındaki millet düşmanlarını, emperyalist uşaklarını hizaya getirme çabası sergiliyor.
Ve, işin en acı tarafı da, "Kimse bizim kardeşlerimize terörist dememizi beklemesin!.." diyenler, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve O'nun ilk eserlerinden biri olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin çatısı al-tında, kardeşlerine sahip çıkmaya devam ediyor.
Bu ülkenin temeline, geleceğine dinamit koymak için mücadele eden terör örgütünün uzantıları, milletvekili kisvesi altında bizlerden kesilen vergilerle her ay dünyanın maaşını alıp bir de bizlere karşı küfür edercesine, terör örgütünün ardında yer alıyorlar.
Hem de sonuna kadar.
Böyle bir çelişkiyi, böyle bir yanlışlığı, böyle bir tutarsızlığı kabullenmek mümkün mü?
PKK eşkiyası hergün bir vatan evladımızın canını alacak, onların uzantıları da Yüce Atatürk'ün kurduğu TBMM'nin içerisinde bu eşkiyaya sahip çıkacak, "Onlar bizim kardeşimiz" diyecek.
Ya bu milletin bekası için can veren, koçyiğitler ne?
Onlar da bizim kardeşlerimiz, bizim çocuklarımız, bizim canlarımız değil mi?
Peki biz ne zamana kadar bu terör belasına sessiz kalıp, kahpelere sahip çıkanlara karşı bu ölü sessizli-ğimizi sürdüreceğiz?
Onların kardeşleri Mehmetçiği öldürecek, Mehmet-çik ülkenin birliğini, vatan toprağını ve bayrağını korumak için canını ortaya koyduğunda ise "bölücü" olacak…
Bunları söyleyenler de, hala ellerini kollarını sallaya sallaya TBMM'nin çatısı altında icrayı siyaset eyleyecek!.. İnsanın kanı donuyor vallahi…
Sonra da bunun adına demokrasi diyor bazıları.
Pabucumun demokratları.
Zaten onlara da bu yakışır.
Ben de diyorum ki, tükürürüm böyle demokrasinin içine…
Benim canım yanacak, benim yüreğim dağlana-cak ve ben demokrasi uğruna katlanacağım…
Böyle bir demokrasi anlayışı dünyanın neresinde var acaba?
Varsa bana da söyleyin de, biz de öğrenelim.
Özellikle de, içimizde bu hainlere sonuna kadar destek çıkan demokrat görüntülü kalleşlere ve kahpelere soruyorum…
Ve tabii ki onlara sonuna kadar arka çıkanlara…
Demokrasi özgürlük rejimidir... Emperyalistlerin uşaklığına soyunanların istedikleri gibi at oynatma rejimi değildir.
Karıştırılmasın...
Ama unutulmasın ki, bu millet kimi durumlarda duyarsızdır, fakat dibe vurulan konularda da sonuna kadar birlik ve beraberlik içerisinde, kendisine düşman olanları gerektiğinde tükürüğü ile boğmasını da bilir.
Aynı Çanakkale'de olduğu gibi… Aynı Kurtuluş Savaşı'nda olduğu gibi…
Kahpeler de, onların destekçileri de bunları akıllarından çıkartmasın sakın.
Sonunda bugüne kadar bu şekilde başkaldırmaya çalışanlar gibi yine büyük bir hüsrana uğrayacaktır.
Bunlar da unutulmasın.