Bu Gemide Ah Ben de Olsaydım…
Kan ve irin akıyor… kin öfke düşmanlık… iyilik adına güzellik adına hak ve adalet adına onur adına aşk adına… insanı insan yapan tüm iyi güzel değerler ayaklar altına alınıyor. İşin acı yanı şu ki bunu yapanlar yine insanoğlu. İnsanı insan yapan ne kadar kötü diyebileceğimiz nitelikler varsa onları nefslerinde toplayanlar…
Bana öyle geliyor ki; adaletin terazisi bildiğim/bildiğimiz tarihte hiç bu kadar net olarak kurulmamıştı ortaya. Hiç bu kadar bıçak sırtı bir hal olmamıştı. Evet denge bozuktu aydınlıkla karanlığın savaşı sürekli devam ediyordu… bazen iyiler, bazen kötüler terazide yukarda kalıyordu. Şimdi karanlık ve kötülük kan ve irin kusmaya başladı. İnsan zehirleniyor, çevre zehirleniyor karanlık kaplamaya çalışıyor dört yanı.
Kötüyü kötülüğü ve karanlığı lanetlemek o kadar zorlaştı ki… kötülük görünce eliyle olmazsa diliyle düzeltmesi, bunları yapamıyorsa hiç değilse kalbi ile buğzetmesi lanetlemesi gerekenler… kalplere çöreklenmiş yılanlar…
Seçim zamanı… aydınlık tarafta mıyız karanlık tarafta mı? aydınlık tarafta gözüküp karanlığa mı hizmet ediyoruz yoksa? Soru sorma ve sorgulama zamanı… her türlü tavır ve davranışlarımızı… ağzımızdan çıkan her kelimeyi beynimizden geçen her düşünceyi ve kalplerimizden geçenleri…
O (şeytan) ki Allah’ın doğru yolu (sırat-ı müstakim) üzerine eğri oturarak inananları yoldan çevirmeye and içti. Derdim o’nu suçlamak her haltı eden o’dur; lanet olsun o taşlanmış lanetlenmiş olana demek değil. Evet bunu da dememiz lazım. Ama önce kendime/kendimize bir bakmak lazım.
Bazen bana öyle geliyor ki; o, tuzağını kurmuş bir zamanlar; biz ise yoldan gönüllü çıkmışız bile. o, tatile çıkmış bir yerlere yan gelip yatıyor kıs kıs gülerek seyrediyor olanları… Böyle olmadığını da biliyorum tabii… o’nun insanoğluna kini ve düşmanlığı o kadar büyük ki meşhur kıssada “ dirisine secde etmedim ölüsüne neden secde edeyim?” diyen bir kinin ve düşmanlığın sahibi…
Ve kıyameti zorlamak için “tanrıları ile” güreşe tutuşma saçmalığına iddiasına kibrine sahip olanlar… zalimler… katiller… hainler…
Sarmal ağlarla filmlerle paralarla dünya görüşleri ile bizi kalbimizden midemizden gözümüzden uçkurumuzdan… neremize düşkünsek oralardan bizi o’na bağlayanlar… o’nun ağına tuzağına düşürmek için uğraşanlar… gözümüzün önünde göstere göstere insanlık onurunu ayaklar altına alanlar…
Ve biz… kararsızlar, fikri yoklar, “fotoğraf altı nbr cnmm”cılar, bir meşin yuvarlağın peşinden saatlerce koşup konuşup gerekirse kan dökmekten birbirini kırmaktan çekinmeyen ama o meşin yuvarlaktan en azından dünyanın yuvarlak olduğu neticesini keşfetmekten bile acizler… ve şunlar ve bunlar…
Biz nerdeyiz? Ben nerdeyim? İnanın ki ben de bilmiyorum. Aydınlık tarafta olmayı aydınlıkta kalmayı… karınca kararınca da olsa bir şeyler yapmayı istiyorum. Bir şeyler yaparken; aklı selimden ayrılmadan bilmeden karanlığa hizmet etmekten kaçınarak… Bir olma birlik olma zamanında bilmeden de olsa bölenlerden bölücülerden olmamaya çalışarak… oyuna getirilmeden oyuna dahil olmaya çalışarak…
Tebük seferi öncesinde ordu hazırlıklara başlar… sahabelerden bazıları sefere katılmazlar. Mevsim yazdır, hava sıcaktır, hazırlık yapacak daha zaman vardır v.s v.s… Sefer dönüşü katılmayanlardan birkaçı mazeret bildirirler, mazeretleri kabul edilir. İman “kalp ile tasdik dil ile ikrar”dır neticede… niyet ölçerler icat edilmemiştir henüz, söze söylenene itibar edildiği zamanlar… sefere katılmayanlardan mazeret beyan etmeyen (sanırım üç) sahabeler de olur. Beyan edecek bir mazeretleri yoktur. Mazeret olarak gösterilenlerin bahaneden ibaret olduğunu herkes bilmektedir çünkü… yaklaşık 50 gün gündelik hayattan tecrit edilirler… selam sabah kesilir; eşleri dahi yaklaşmaz yanlarına… yer yarılsaydı da yerin dibine girseydim derler… 50 günün sonunda inen ayetle bağışlanırlar…
Beyan edecek hiçbir mazeretim ve bahanem yok… söylediğim her şeyin yalan olacağının farkındayım… geride kalmamın hiçbir mazereti yok… 3 gündür başım önde ezik ezik geziyorum, dışarıdan belki fazla belli etmesem de… dilimde ise bir şarkı…“ Bu gemide ah ben de olsaydım/ Açık denizlere yol alsaydım/ Vız gelirdi her şey inan bana/ Yeter ki ben “sana” varsaydım…”
Sevgli Ramazan, bu utancı bile duymayanlar var.
Bu duruma gelmesine sessiz kalan yürüyen elbiseler, bu gün dövünmekte.
Bizler yıllardan beri bu bilici taşımaya çalıştık.
Öyle ya, dünyadaki yığınlarca hiç bir şeyden habersiz elbiseleri, onun yarısı kadar da haberi olup ta ses çıkarmayan seyreden elbiseleri var çokça ortalıkta.
Oyunu kuranlara baş kaldıranlar ise ya sünepeleştirilmiş ya da öldürülmüş.
Güçlü olmak için çok çalışmak gerek vesselam.
Haziran 2nd, 2010 at 02:57Maalesef hayatımız "bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?!" kıvamında olduğu için daha çok gemi gider ve biz daha çok gemiler kaçırırız.
Sireti ve sureti bir olan insanlardan olmak ümidi ve duasıyla...
Haziran 2nd, 2010 at 11:50Saygılar,
eyvallah... dilim tutuk, yazamıyorum.
Haziran 2nd, 2010 at 11:55