Bu Devrimler Kimin Ürünü?
Şimdi artık tartışma Ortadoğu dizaynını kimin yaptığında. Kimine göre yüzyıldır bastırılmış ‘halkların hareketi’, kimine göre ise küresel bir tasarım.
Acaba bu seçeneklerden hangisi doğru? Bu halk hareketi değil, Ortadoğu’nun yeniden dizaynı dediğinizde gelecek eleştiri, ‘halkları neden küçümsüyorsunuz?’ seklinde…
Oysa burada hiçbir küçümseme yok. Bunun salt bir ‘halk hareketi’ olduğunu söylerseniz, halklara hak ettiklerinden fazla değer yükler ve hakikatten uzaklaşabilirsiniz.
Batının en büyük korkusunun halk hareketleri olduğunu baştan not edelim. Bu yüzdendir ki, nüfuslar hep kontrol edilebilecek seviyede tutulmak istenmiştir. “Bakabileceğin kadar nüfus” masalı aslında kontrol edebileceğin yani yönetebileceğin kadar nüfus demektir.
Hangi rejim olursa olsun, o rejimi yıkabilecek tek şey rejimin ihtirasa boğulmuş körlüğüdür. İster zengin, isterse de fakir olsunlar Ortadoğu’daki tüm rejimlerin en büyük hatası da bu.
Suudi Arabistan, Libya gibi halkı görece olarak daha zengin olan ülkelerin rejimleri, zengin halkların harekete geçmeyeceği üzerinden hesap yapıyor olabilirler. Diğer yandan ise halkı fakru zaruret içinde kıvranan Mısır, Sudan, Yemen ve Suriye gibi rejimlerde, halklarının ekmek derdiyle uğraşmaktan rejimle mücadeleye mecallerinin olmadığı saplantısıyla hareket edebilirler.
Aslında her ikisi de bir bakıma haksız sayılmaz. Ekonomik olarak müreffeh olanlar, kurulu düzenlerinin akamete uğramasını istemezler. Sadakaya bile muhtaç haldeki toplumların dertleri ise midelerinin ihtiyacını karşılamaktır.
Bu rejimler; çoğunluğu lise veya üniversite eğitimi almış, çok sayıda dil bilen, İnternet’i sürekli kullanan ve talepleri eski nesilden çok farklı bu gençliğin gelişini okuyamadılar. Bu da rejimlerin önemli körlüklerinden biriydi.
Evet, bu gençler eski nesle oranla modaya, spora, sinemaya ve dolayısıyla hazlarına daha düşkünler. Bu nedenle de daha çok paraya ihtiyaç duyuyorlar. Bütün batılı PR faaliyetleri ve bilinçaltı yönetimi de bu kitleler hedeflenerek yürütülüyor.
Üç beş doymak nedir bilmeyen vampirin, ürettiği sorunları kimse tek başına çözemez. Duyguları, inançları, dünya görüşleri, ahlakî değerleri örselenen insanlığın sorunları; iktisatçıların, siyasetçilerin, sosyologların, psikologların vs’in bir araya gelerek çözebileceği bir sorun olmanın çok ötesine geçmiş durumda.
İnsan, bir hard disk gibidir. Bilişimcilerin ‘sıfırıncı trak’ dedikleri başlangıç noktası, aktif ve sağlam olduğu sürece, disk üzerinde ne kadar işlem yapılırsa yapılsın, yani içerik ne kadar tarumar edilirse edilsin, hatta ne kadar formatlanırsa formatlansın, yazılmış hiçbir bilgi o diskten asla silinmez. Başka yazılımlar devreye girip, kaç kez formatlanırsa formatlansın, eski verilere erişilebilir.
İnsan da böyle… Ne kadar bastırılırsa bastırılsın, duyguları ve hassasiyetleri ne kadar köreltilirse köreltilsin kısaca ne yapılırsa yapılsın, motive edildiğinde künhüne vakıf olup, fıtrî fonksiyonları her koşulda harekete geçebilir.
Ortadoğu’da yaşananların böyle bir boyutu da inkâr edilemez bir gerçek. Peki, o halde önceki yazımızdaki bitiş cümlemizi tekrar soralım: “Bu halklar, bu despotik rejimlerden kurtulmayı hak edecek ne yaptılar?”
İtiraf edelim ki; insanlık, özgürlüğü, insanî ve İslami bir düzeni hak edecek gayretten çok uzak. Bir kaderin tecelli edebilmesi, onu hak edecek gayretlere bağlı. Hz Peygamber’in hayatına bakalım. O gününün küresel veya yerel güçleri ile bugünküler arasında -aramıza giren teknolojik gelişmeler bir kenara bırakılırsa-; insanlık ve medenilik, hurafeler ve yamyamlıklar, sömürü ve tecavüzler açısından bir fark var mı?
Yine vahiy öncesi bir kenara bıkılırsa, sonrasında Peygamber s.a.v.’in mücadelesi ile günümüz mücadeleleri, yöntem ve yönetsel anlamda benzerlikler taşımakla birlikte, -samimiyeti de bir yana bırakırsak-, başarıya götürecek ‘irade’ anlamında bir benzerlik var mı? Kötümserliğime verebilirsiniz ama ben göremiyorum.
Müslümanlar açısından gençliğinde dava adamı, sosyalistler açısından ise militan olanlar, hazza yöneltecek kaynaklara eriştiklerinde ne hale geliyorlar? Bu elbette insani bir sorundur. Lakin aynı şeyler önder konumundakiler için daha çok geçerliyse, o halde toplumları diri tutacak ve motive edecek olan şey nedir?
Hayal dünyası kararmış, geleceğe kötü bakan, halkları küçümseyen, ümitsiz biri asla değilim. Görünmez bir elin de, karma karışık olmuş bir işi birden bire düzelteceğine inancım tam.
Peki, bu ülke sokaklarında neler oluyor? Obama’yı iktidara taşıyan küresel güçler, farklı coğrafyalardaki despotik düzenlerin, daha fazla sürmesi halinde kontrolü güç halk hareketlerine neden olabileceğini gördüler. Çünkü artık Ortadoğu’daki ilkel kabile yönetimleri, kontrollü bir şekilde özelleştirilip, güvenilir iş ortaklarına teslim edilmez ise, ortaya çıkacak kontrolsüz halk hareketleri, “yenidünya düzeni” inşasını zorlaştıracaktır.
İlk bakışta Mısır rejiminin devrilmesi, İsrail açısından tehlike gibi gözükmektedir. Oysa bu rejimlerin, bugün ol(a)masa bile, çok geçmeden halklar tarafından devrileceğini -İsrail için asıl tehlike budur- batılılar çok yakından görmüşler ve kontrollü bir geçiş için yeni planlarını devreye sokmuşlardır.
WikiLeaks belgeleri gösteriyor ki Ortadoğu rejimlerinin devrilmesi için, batılılar uzun zamandır muhalefete on milyonlarca dolar fon tahsis etmiştir. -Bu muhalefetin içinde Müslüman Kardeşlerin adının geçmemesi ise sevindiricidir.-
Bu da bize, bu olayların tek başına bir halk hareketi olmayıp, muhalefet üzerinden halkların kullanıldığını gösterir. Bunda ne sakınca vardır denilebilir? Bir rejimin gitmesini halk kendi iradesiyle istemiş ve bunu da mücadele ederek elde etmiş ise, yeni rejimine sahip çıkacaktır. Aksi durumda, kendi elleriyle getirdiklerini düşündükleri demokrat yöneticiler, birde bakmışsınız ülkesi ve halklarını batılı güçlere pazarlayan birer işbirlikçi oluvermiş…
Bugün Ortadoğu’dan gelen haberler genellikle sağlıklı değil. Sayıları 2 milyarı bulduğu iddia edilen Müslüman aleminin, küresel ölçekte kendisi haberlerini servis edecek bir haber ve fotoğraf ajansının bile olmadığı bir dünyada, halkların küresel güçlerin etki ve kontrolleri dışında, bilgilendikleri ve rejimleri değiştirecek hareketlere giriştiklerini inanmak galiba çok ikna edici değil. Yanılmak dileğiyle…