Tavuk kurban olmaz da, koyun, keçi sığır kurban olur mu? Kur’an’a soracak olursak, hiçbirinden olmaz. Çünkü, Allah c.c. helal hayvanların yenilmesini bazı şartlara bağlamış.
Zekeriya Beyaz değilim ki, ‘Tavuk ve horozdan da kurban olur’ diyeyim. Üstelik fetva makamı hiç değilim ve haddimi de bilirim.
Bütün bunlar bir yana, klasik fıkıh bilgilerinde olduğu üzere, kurbanlık seçimini sadece hayvanların görünür fizyolojisine -yani yaşına, dişine, kulağına vs- indirecek de değiliz. Bu şartlar elbette endüstri çağı öncesi için İslam fıkhının itirazı kabil olmayan ölçüleri. İtiraz etmek kimin haddine ve zaten konumuzda bu değil.
Ma’mafih yaklaşan ‘Kurban Bayramı’ nedeniyle, endüstri çağının ahlaksız öğretilerine karşı Müslümanları dikkatli olmaya, önlem almaya hatta daha ötesine çağırmaya da mecburuz.
Bu nedenle, ‘hangi hayvanlar kurban edilmeli’ sorusunu, başka bir boyutuyla yeniden soruyoruz.
Prof Ahmet Rasimküçükusta hoca, Ayşe Özgün’ün oynadığı, her türlü inandırıcılıktan yoksun iğreti reklâmına ironi olarak “Ben de gittim; bir süt fabrikasında çalışan bu ineklerle ‘off the record’ çok samimi bir görüşme yaptım” diyerek başlıyor yazısına.
Hoca ‘gidip ineklerle konuşmuş’ iyi de etmiş. Bendeniz de geçen yıl şeytanla röportaj yaptığım için bazı dostların tuhaf bakışlarına maruz kalmıştım.
Hoca kendi tabiriyle “off the record kaydıyla” görüşmesini şöyle sürdürüyor:
“
İnekler hayatlarından hiç mi hiç memnun değiller; köy ve kırlardaki akrabalarını, arkadaşlarını özlüyorlar; daha doğrusu onları kıskanıyorlar.Her şeyden önce de, güneş yüzü görmediklerinden, dağlarda tepelerde gönüllerince dolaşamadıklarından, çayırlarda istedikleri gibi otlayamadıklarından çok şikâyetçiler.Bütün gün beton zemin üzerinde olmaları, hareket etmelerini çok sınırlayan daracık bir yerde bağlanmış bulunmaları, rahatça oturup kalkamamaları, onları huysuz, sinirli ve gergin yapıyormuş; içlerinde depresyon tedavisi görenler bile varmış…
İnekler daha sonra sözü; çayırları, çimenleri, yeşil ağaç yapraklarını ve de tabii ki ‘organik samanı’ nasıl da özlediklerine getirdiler.
Burada gerçi aç kalmıyorlarmış hatta çok da iyi bakılıyorlarmış, ama gelin görün ki sürekli olarak fabrikasyon inek yemi, tahıl, mısır gibi fast food besinler yüzünden hepsi de insanlar gibi şişmanlamışlar; hatta içlerinde pek çok kalp, hipertansiyon ve diyabet hastası inek varmış…
Sütlerinin makine ile boşaltılması da ağırlarına gidiyormuş fabrika ineklerinin. ‘Sütlerimizin insan eli ile sağılmasının zevki bambaşka’ diye söze giriyor içlerinden biri…
”
* * *
Her kurban bayramı yaklaşırken kimilerini bir telaş sarar. Çoğunluğun telaşının sebebi; en ekonomik hayvandan, en fazla et elde etmek…
Semiz bir hayvanı ekonomik olarak alıp, daha çok et elde etmekte bir sakınca olabilir mi? Elbette olur!
Önceki gün bir yakınım beni arayarak, ‘büyükbaş bir hayvan alarak ortak kurban kesmek istiyoruz, sizde bize katılır mısınız’ dedi.
Kendisine şunları söyledim: Bugün piyasada kurbanlık dört tip hayvan var. Bunlar:
Bir: Modern hayvan hapishanelerinde veya ahırlarda endüstriyel yemlerle beslenen semiz büyükbaşlar.
İki: Yine modern hayvan hapishanelerinde veya ahırlarda endüstriyel yemlerle beslenen koyunlar.
Üç: Kırda bayırda serbest otlayan keçi veya koyunlar.
Dört: Batılı bilgiler ışığında “ıslah” edilmemiş klasik büyükbaş hayvanların yazları merada otlayan, kışları ise samanla beslenenleri.
Birinci ve ikinci grup hayvanlardan kesecekseniz, asla ortak olamam. Ya hepimiz ayrı ayrı keçi keselim, ya da dördüncü seçenek olan hayvandan temin edip, ortak keselim.
Kendisinin cevabı: “Artık keçi bulmak neredeyse imkânsız. Bulsak da çok pahalı…”
Bunları bende biliyorum. Hatta Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın keçi düşmanlığından da haberdarım. Buna rağmen hâlâ keçi bulabiliriz.
Devamla “Sizin söylediğiniz büyükbaş hayvandan çok az et çıkar. Ödediğimiz paraya değmez. Koyunda ise sizin dediğiniz türü bulmak çok güç. Önerdiğiniz hayvanlarda etin kilosu 40-50 TL’yi bulur” dedi.
Haklısın ama ben besili bir hayvandan 50 kilo et almak yerine, merada otlayan ve saman yiyen bir hayvandan 20 kilo, hatta 10 kilo almaya razıyım. Amaç çok yemek değil, sağlıklı ve temiz yemek. Daha da önemlisi helalinden bir kurban… diye cevapladım.
Aslında Ahmet Hoca, hayvanların kahredici yaşamını gayet güzel özetlemiş ama yer darlığından olsa gerek sadece özetlemiş. Çünkü dahası da var...
* * *
Seçim öncesinde ‘A Haber’de yayınlanan ‘Deşifre’ programındayız... Konuklardan biri de, -eski- TBMM Tarım Komisyonu Başkanı Vahit Kirişçi…
Sayın Kirişçi; “Dünyada 250 milyon ton soya üretimi var. Şimdi birisi bana söylesin. Mesela Türkiye kendi hayvan yemi için soya kullanacaksa, bu soyanın GDO’suz olanını dünyanın neresinde bulacaklar?” diye, acı bir itirafta bulundu.
Sahi hani bizim devlet erkânı ve uzmanlar, raftaki her üründe kullanılan soyalar için, ‘GDO’suz’ demiyor muydular? Demek ki değilmiş… Keşke her şey bu itirafla kalsaydı.
Geçenlerde zorunlu olarak, bir BİT’in genel müdürünü ziyaret etmiştik. “Geçtiğimiz yıl kullandığımız soyayı analiz ettirdik. Hepsi GDO’lu çıktı. Soya kullanımını durdurduk” dedi. Elbette hiç şaşırmadık. Bunun böyle olduğunu, aksini iddia edenlerde bal gibi biliyorlar.
Bütün mezhepler; helâl olmayan gıdalarla beslenmiş hayvanların kesilmeden önce hapsedilmesi ve her hayvanda farklı süre olmak üzere, helâl ve temiz gıdalarla beslenerek temizlendikten sonra kesilmesi hükmünü getirir. (Ayrıntılar için fıkıh kitaplarına ve bu linke bakınız)
Batılıların “arî ırk yaratma” dedikleri projeleri, sadece insanlar için geçerli değil. Aynı şeyi insandan önce, bitki ve hayvanlarda denediler. Bu nedenle veterinerler (imkân olsa da kendilerine baytar diyebilseydim ama baytar kaldı mı acaba) ve besiciler de ‘arî ırk’ tabirini sık sık kullanırlar.
İşte bugün çeşitli yöntemlerle elde edilen bu sözde arî ırk hayvanlar, arî yemlerle hayvan çilehaneleri / işkencehaneleri / hapishanelerinde besleniyor. Yine ne yazık ki, ister küçükbaş, ister büyükbaş, isterse de tavuk yemlerine olsun; tümü GDO’lu soya ve mısırların yanı sıra, kan ve diğer hayvansal atıklar, antibiyotikler, hormonlar ve başka kimyasallar eklenir.
O ipini koparınca yani özgür olduğunu hissettiğinde, büyük bir şehri savaş alanına çeviren, sonunda bir kurşuna veya uyuşturucu iğnelere teslim olan havyan, aslında bir ömür yaşadığı hapis hayatından kurtulmanın tadını çıkarmaya çalışıyor, onu anlayacak birini bulamasa da.
“Bizde kurbanlıklar neden pahalı, o halde ne yapmalı” sorusu konunun bir başka boyutu. Nasipse müteakip yazıda ele alırız. Lakin okurlarım hariç, çıkarlarına köle olmuşların beni duymayacağını biliyorum. Ama yinede kim bilir birileri giderde, bu hayvanların helâl olup olmadığını, o büyük büyük hocalarımıza sorarlar.
Sorarlarda ne cevap alırlar bilemiyorum. Lakin peşinen şunları belirtmek şart:
Bir: Hayvanların fıtratıyla oynamak, yani Bakara 205’e muhalefet etmek caiz mi, değil mi?
İki: Hayvanları haram, necis ve kimyasal katkılarla beslemek caiz mi?
Üç: Yiyenleri hastalandıracak hayvanlardan kurban olur mu ve etleri yenir mi?
Dört: Antibiyotik deposuna dönüştürülen hayvanların etlerini yiyenlerin yakalandıkları hastalıklarda tedavi edilemez duruma düşmeleri söz konusu ise bu etleri yemek caiz mi?
Beş: Zulme uğradığı bilinen bu hayvanları alıp kesmek, zulüm sisteminin devamına yardım etmek sayılır mı? Sayılırsa bu hayvanlardan kurban olur mu?
Sonra aldığınız fetvaları, içinizdeki müftüye/vicdanınıza sorun.
Ahmet hoca yazısına şöyle son veriyor: “Yanlarından ayrılırken şöyle düşünüyorum: Yalnız sütleri değil, inekleri de bozmuşlar. Haksız mıyım?”
Ne dersiniz ‘ben’ haksız mıyım?
Not: İlk randevudan bu yana 6,5 ay geçtiği halde,
Diyanet’ten hâlâ cevap yok.