Böyle Buyurdu Üstad 2…
Üstad’ın kim? Nasıl anlatılır ki üstadın kim olduğu… ben anlatırım da siz anlayamazsınız ki… ancak benzetme yolu ile bir şeyler ima etmeye çalışabilirim.
Adamın birisi kuş satılan bir dükkana girmiş papağan alacak. Soruyor “şu kaç para, bunun özellikleri ne?” satıcı 5 liradan 500 liraya doğru fiyatları sıralıyor. Bir köşede de yaşlı tüyleri dökülmüş bir papağan var; öylesine “ bunun fiyatı ne?” diyor yarım ağız. Satıcı “elli bin lira” deyince “yahu” diyor “ne özelliği var bunun.” Satıcı da “ ben de bilmiyorum diyor sessiz sakin bir köşede durur sadece; ama diğer tüm papağanlar buna “ÜSTAD” derler.”
Teşbihte hata olmasın; ben de o satıcıyım işte. Bir yerden elime ne işe yaradığını bilmediğim; aslında bir işe yaradığından da pek emin olmadığım bir papağan geçti… belki diyorum allayıp pullayıp “üstad” diye yuttururum birilerine… olmadı… eh o zaman da yeni bir “üstad” ararız, allayıp pullayıp satabileceğimiz. Nasıl mı? Siz de hiç bir şey bilmiyorsunuz yahu… biraz “marketing” filan okuyun.
Müridin birisi yıllarca bir şeyhe hizmet eder. Bir süre sonra köyüne dönmek için izin ister. Şeyhi de yolu uzak olduğu için genç bir kısrak verir ve yolcu eder müridini. Gel zaman git zaman şeyhin ziyaretçileri azalmaya başlar. Sorar sağa sola ne oluyor diye. Talebelerinden birisi çekine çekine “ aman efendim” der, “ sizin falanca müridiniz var ya filan yere bir dergah açmış herkes oraya gidiyor.” Şeyh düşer yola, tarif edilen yerde tekkeyi ve eski müridini bulur. Eski mürid artık “şeyh” olmuştur. Şeyhini görünce “aman efendim ben ettim sen eyleme” diye yalvarmaya başlar. Şeyh efendi “dur bakalım evladım hele bir tenhada görüşelim” der. Bir köşeye çekilirler; eski mürid yeni şeyh anlatmaya başlar… “ sizden ayrıldıktan sonra bir süre yol aldım. Verdiğiniz kısrak yolda öldü. Kurt kuş yemesin diye kıyamadım bir mezar kazdım gömdüm oracığa… ne yapayım nereye gideyim diye düşünürken… yoldan geçenler mezarın başına gelip dua etmeye bana da üç beş kuruş vermeye başladılar…” bunun üzerine şeyh efendi tekkeye, gelenlere gidenlere bir göz atarak der ki “ desene evladım; kısrak anasından hızlı çıkmış, ben de vaktinde anasını gömmüştüm.”
Bunu neden anlattım; anladınız sanırım. Üstadımı değiştirdim, bakalım kısrak anasından hızlı çıkacak mı çıkmayacak mı?
İnsanoğlu geçmişini kurcalamaktan geleceği düşünmekten gününü kaçırır. Genel kaidedir bu. Geçmişi bir kenara bırakalım; geleceğin ne getireceğini vs araştırdığı yollar yöntemlerden en bilineni astroloji… eskiler daha farklı ve “fantastik” yöntemler denerlermiş. İbn-i Haldun Mukaddime’sinde birkaç örnek zikreder ( ne zannettiniz ya… “fantastik” dediğime göre bugünü bir elime aldım İbn-i Haldun, Mukaddime, ‘zikretmek’ geçmişi de diğer elime… demek ki gelecek te… bir hale gibi tepemde parlamakta). Birisinin kolunu kanadını “carrrttt” diye koparırsan, o anda gelecekle ilgili ne sorarsan doğru olarak görür ve söylermiş… ( denemeyin sakın!!! Neticesi zaten belli; adamın kolunu koparırsan; sana herhalde “ üç vakte kadar beyaz atlı prens gelip seni saçından tuttuğu gibi atının terkisine atıp…” filan demeyecek. Diyeceği aşağı yukarı “ölümlerden ölüm beğen” tarzında bir şey olacaktır. Bir diğer yöntem de; kafası dışarıda kalacak şekilde birisini içi susam yağı dolu kocaman bir küpün içine koyup kırk gün boyunca ceviz içi ile beslemek. Kırk günün sonunda kafatası hariç bedenindeki tüm kemikler erirmiş.( bundan sonra küpten çıkarılacak mı yoksa orada durmaya devam mı edecek… unuttum) Sonra da gelecekle ilgili ne sorarsanız söylermiş… ( sanırım bu durumda söyleyeceği de aşağı yukarı şöyle bir şeydir “ üç vakte kadar… bir kurbağa göreceksin… onu öpeceksin… o da prens olacak… sonra… sonrası malum. Prens olduktan sonra size bakacak hali yok ya… gidip kendine bir prenses bulacak… siz de artık neye yanarsanız yanın. Kurbağayı öptüğünüze mi… “ future, opsiyon ve türev” piyasasında yaptığınız işlemin ters tepmesine mi…kendime not: İbn-i Haldun, Mukaddime, zikretmek, future, opsiyon, swot v.s bir ara aynaya bak… aradığın “üstad” belki de sensin… )
Gelelim günümüze… nasıl derler biraz daha “medeni” dediğimize göre kendimize; ne kimsenin kolunu kanadını koparabiliriz, ne de kimseyi içi susam yağı dolu küpe batırıp kırk gün ceviz içi ile besleyebiliriz. Yapsak yapsak ancak; “Seni pamuklara sarmalar sararım/ Ne bedel isterim ne hesap sorarım/ Ne sitemle güzel kalbini yorarım/ Sakınma tatlı dillerini…” bir de... Bir de yıldızlara sorarız...
to be continued...