Boşanmak Asla Kolay Olmadı…
’ Kolay olmayacak elbet üzüleceğim
Mutlaka bir iz bırakacak
Belki de çocuk gibi sana küseceğim
Seneler sonra utanarak…’’
Doksanlarda bugüne, Sezen Aksu’nun bu şarkısını, ayrılmak üzere olan kim bilir kaç çift ağlayarak dinlemiş ve teselli bulmaya çalışmıştır?
İnsan başkası da benzer acıları çekiyorsa kendi acısını hafifletecek bir yön bulmakla acısının hafiflediğini zanneder. Kendisinin istisna olmadığını herkesin benzer insani durumlardan geçtiğini bilmekle rahatlar.
Ünlülerin ayrılıkları her zaman insanların ilgisini çekmiştir. Her zaman olduğu gibi, bu sıralarda gün geçmiyor ki yeni bir boşanma haberi çıkmasın. Üç beş yıl önce “şaşalı düğünlerle evlendiklerini, birbirlerini deli gibi sevdiklerini” söyleyenler, şimdilerde gazete ve magazin haberlerinde “Anlaşamadık ayrıldık. Çocuğumuz için elimizden geleni ayrı ayrı yapmaya devam edeceğiz!” demeçleri veriyorlar.
Evlenmek ne kadar insani bir durumsa, boşanmak da aynı oranda insani bir durumdur. Boşanma nedenleri kişiden kişiye değişse de değişmeyen tek şey, eşler ayrıldığında çocukların gözlerine yerleşen korkudur. Olan çocuklara oluyor çoğu kere. Kocaman güneş gözlüklerinin arkasında saklanmaya çalışan hüzünlü gözler, “Her şeyi denedik, ama duygumuz bitti!” der gibi bakıyor.
Her boşanma öyküsünü geriye sardığınızda, birbirine sırılsıklam âşık iki insanla karşılaşıyorsunuz. Peki, ne oluyor da birbirlerini seven, beraber bir geçmişleri olan, birlikte bebek dünyaya getirmeye karar vermiş bu insanlar, bu hale geliyor? Neyi kaybediyorlar? Ya da neyi arıyorlar ki birbirlerinde bulamadıkları için kızgınlaşıyor, umutlarını kesiyorlar beraber bir gelecekten?
İnsanda neslini devam ettirme iştiyakı çok güçlü bir etkiye sahiptir. Buna bazen hormonların etkisi, bazen de aşk adını veriyoruz. Başlangıçtaki güçlü duygular aşkın öznesi olarak belirlenen kişideki kusurları görmeye engeldir. Bazen görse de insan, bunları bir kusur olarak düşünmez.
Sonra birliktelik gerçekleştiğinde, duygular belli bir dengeye kavuşup gözlerdeki bulanık görme gittiğinde, karşıdaki insanın tüm kusurları ortaya çıkıverir. İşte bütün sorun burada başlar. Kusurların altını çizerek onları büyütebilirsiniz de; her bir kusuru kişiden ayrı düşünerek, o kişiye şefkatle birlikte sevgi beslemeye devam da edebilirsiniz.
Çoğu kere boşanmaya giden çiftlerde, “Kusuru ben düzelteceğim!” çabası ya da “Seni kusurlu olarak sevemem!” anlayışı vardır. Bir de ne olursa olsun inatlaşma, inattan vazgeçememe ve asla affedememe...
Her ilişkide belli dönemler vardır ve her ilişki kendi kendiyle sınanır. İşte bu dönemlerde çiftlerin durup düşünmesi ve ilişkiyle ilgili, sürekli şikâyet halindeki sorunlarla ilgili yapabilecekleri bir şey olup olmadığına bakmaları gerekir. Oysa bu noktada suçlu hep dışarıda bir yerlerde aranıyorsa ve sürekli bir güç savaşı yaşanıyorsa, taraflar bir süre sonra yorulurlar.
Erkek, çoğunlukla içine kapanmayı ve sanki sorun yokmuş gibi davranmayı seçerken; kadın, erkeğin bu tavrı karşısında daha da hırslanır ve sorunu erkeğin görmesini sağlamak adına büyütür. Büyütülen hiçbir sorun yoktur ki görmek istemeyen bir erkek görebilsin.
İlişki kan kaybederken, taraflardan birisi -genelde bu erkektir- evden ayrılır. Bazen de evden ayrılan kadındır ve ilmik ilmik emek verdiği evini arkasında bırakarak ailesinin yanına gider. Ayrılan için de kalan için de her şey başta iyidir. Çünkü nefes aldıklarını zannederler. Ya da karşıdakine iyi bir ders verdiklerini düşünürler. Kendi yokluklarıyla cezalandırdıkları eşlerinin, kendi istedikleri gibi olmaya razı olacakları zannıyla oyalanırlar.
Sorunlu bir adamın kadından gidişi, kadında bir devrim gibidir. Kadın, neredeyse kendini yeni baştan inşa etmeye çalışırken bulur kendisini... Sorunlu bir kadından ayrılan adam ise tam bir özgürlük sarhoşluğuna kaptırır kendisini… Bir süreliğine, -arkalarında kendilerini destekleyen bir eşi kaybettiklerini fark edinceye kadar- geçici bir huzur durumu yakalamışlardır.
Geniş aileye boşanma haber verildiğinde dayılar, yengeler, enişteler araya girip, barıştırma yoları aramaya çalışırlar. Bütün çabaların nafile olduğunu anlayana dek... Aralarından birisi bazen “Bir uzmana da soralım.” diyebilir. Diğeri kabul ederse, ilişkiden bir ümidi olduğu içindir.
Kendisinin ve/veya eşinin değişmeyeceğinden emin olanlar, ilişkilerinden tamamen ümidi kesenler, uzman yardımını da çoğu kez reddederler. Peki, sonra? Sonrası ya kalıcı ayrılık ya da gerçek bir barışmadır. Belini kırmayan her darbenin insanı güçlendirmesi gibi, kaybetme fikri ve ayrı kalma deneyimi bazen iyi gelebilir. İyi niyetli olanlar için, insanın sahip olduklarının ne kadar değerli olduğunu anlamasını sağlar.
Boşanmak, ünlü olun veya olmayın, görücü usulüyle ya da severek evlenmiş olun, her zaman zordur. Birçok bağla bağlanmış insanların boşanma kararı verebilmeleri ve beraber oldukları bir geçmişi silmeyi göze almış olmaları için çok önemli ve geçerli nedenleri olmalı ki boşanmanın acısını bir nebze hafifletebilsin.
Her insanın bu kararı vermeden önce, ilişkiyi devam ettirme konusunda ellerinden gelen her şeyi tam olarak yaptıklarına en azından kalplerinde inanmaları gerekmektedir. Severken ayrılık aklımıza gelmiyor, aşka ayrılığı dâhil etmiyoruz ya, en azından ayrılırken ayrılmaya şefkati dâhil etmeye niyetli olalım.
Ayrılma kararı, dar bir tünelden iki kişi geçemediğinde düşünmeye başlanılan bir fikirdir. Ya birbirlerine sarılarak, yüzlerini birbirlerine dönerek, ego savaşına son verip dar kapıdan geçecekler veya tek tek geçip başka bir gerçekliğe düşeceklerdir.
O zaman da sezen aksunun şarkısındaki gibi…
’’ Dokunup bire birer sevdiğin eşyalara
Hatta belki ağlayacağım
Acı çektiğim doğru ama sen bana bakma
Ne olursa olsun seni Unutacağım ‘’ demek kaçınılmaz olacaktır…