”Bonjour Trıstesse” Günyadın Hüzün…
1935'te Ünlü Fransız romancı Françoıse Sagan doğmuştu. Dünyaya modernizmi sunan, ancak bu döneme gelinceye kadar birçok bilim adamının, aydınlığı, bilimi savunduğu için katledildiği bir Fransa'da doğmuş olmak ve üstelikte kadın olmak, çok farklı sorumlulukları da beraberinde getiriyordu. 18 yaşında roman yazmaya başlayan Sagan, ilk romanına Günaydın Hüzün adını verirken, bir açıklamasında ''Kadında hüznü yaşadım, kadında ağlamanın acının ne demek olduğunu gördüm'' diyordu. Şimdi benim son kitabım olan ''Sabahın Altısında Uyanmak'' gibi. Bende kendi ülkemde tıpkı Sagan'ın yansıtmaya çalıştığı hüznü, kimsesiz, yalnız ve sessiz Türk kadınların da gördüm, görüyorum. Sabahın altısında uyanan kadın, bütün gün yaşayacağı acıları, zorlukları ve unutamayacağı ağlamaklı hüznü görüyor. Uyandığında acı var, hüzün var, yaşam savaşı var, hayatta kalmanın savaşı var, hepsinden de önemlisi kadının onurlu kalması var.
Dünyada bana göre yaşam değerlerinin en önünde, kadına vermek zorunda olduğumuz değer olmalı. Ama biz ona işkence ediyor, onu itip bir kenarda bekle diyor önemsemiyoruz, Türkiye'de kadın bu güne kadar hep arka planda kalmadı mı? Kadının konuşma hakkı var mı ülkemizde? Ya da seçme seçilme ayrıcalığı var mı bu ülkede? Bugün parlamentoda kadın sayımız kaç dersiniz, hangisi çıkıp da konuşma şansına sahip? Türkiye'de kadının vekil olması önemli bana göre, ama kadının konuşma özgürlüğüne sahip olması, bu şansı yakalaması daha önemli. Başbakan'ın durup dururken kadının bedeninden siyaset yapmaya çalışması karşısında bugün mecliste kaç kadın çıkıp da Başbakana eleştiride bulunma cesaretini gösterebildi? Kendi partisinin kadın vekilleri suskundu, ama muhalefet ise sadece birkaç açıklamayla küçük bir resim verdi hepsi bu kadar. Konuşamayan ve konuşmaktan korkan Türkiye'de gelinen sonuç budur bana göre. Bu resim asla değişmeyecektir buna izin vermeyecek bu sistem.
TÜRK VE DÜNYA KADINI...
Türkiye'nin Batı'dan çok iyi izlendiğinden neredeyse her yazımda bahsetmiştim. Zaman zaman bana gelen yazılarda ''Bana ne dünyanın bana bakışı, onlar Hristiyan millet, benim dostum olamaz'' diyen, adı bende saklı bir politikacımız, içinde bulunduğumuz vahim sonucu özetlediğinin farkında değil ne yazık ki. Biz böyle düşündüğümüz sürece asla Batı'nın çağdaş değerlerinin içinde olamayacağız. ''Kadın sadece doğuracak ve bana biat edecek'' diyor bu zatı muhterem. Başbakan'ı destekliyor, neyin ne olduğunu bilmeden, sadece Başbakan'a yalakalık yapma adına bir tehlikenin içinde kalıyor yine farkında olmadan. Sevgili Duygu Asena 'Kadının adı yok'' derken ne güzel söylemiş ve bana göre başka ekleyecek bir şey de yok. Türkiye'de kadınlar zor durumda, bugüne kadar elde ettikleri tüm haklarını da kaybediyorlar.26 ülkede yapılan araştırma, Türkiye'de kadının toplumdan uzaklaştırıldığını gösteriyor. Sosyalist Enternasyonal'i izledim, sonuç raporunda Pia Locatelli ''Türkiye giderek muhafazakâr ve otoriter bir yapıya doğru gidiyor'' diyor. Bu da Türkiye'de kadının özellikle kırsal kültürün yoğun yaşandığı bölgelerde daha çok sorunlar içinde kalacak demektir. Kimsenin umurunda değil bir kez daha yazmak isterim. Türkiye'de kadın acı içinde, Türkiye'de kadın yalnız ve mutsuz, Türkiye'de kadın işkence altında, Türkiye'de kadın konuşamıyor korkuyor. Dünyayı yöneten kadın, âmâ Türkiye'de kadın sadece umutlarının gölgesinde kalmış şaşkın ve korku içinde geleceğini aramaya çalışıyor, günaydın hüznü unutarak.
Erdoğan'ın durup dururken gündemi değiştirme ustalığından ve gösterdiği kurnazlık sonucunda kadını siyaset getirisinde araç olarak kullanmasının yankılarını yazdılar. İngiliz Independent ''Erdoğan, Türk Kadınını çağdaş modelden uzaklaştırıp, Ortadoğu'nun kabile modeline sürükleme gayreti içinde'' diye yazdı. İtalyan La Stampa ''Laik bir ülkede kadının cinsel tercihi konusunda özgür kalması önemli'' diye sayfalarında yer verdi. Kadının bedeni üzerinde siyaset senaryolarına girmek ona yapılan en büyük haksızlık saygısızlıktır bana göre. Fransız Le Monde ''Türk Başbakan Türk kadınlarının vajinalarının bekçisi' 'başlığını atıyordu. Dünyada kadının özgür kalmasını, yaşadığı ülkede kalıcı yansımalarını, burada nasıl atlatsam acaba. Çağdaş ve özgür anlayışın kadın haklarına ve cinselliğine bakış açısı ile tutucu, gerici anlayışın bakış açısının tümüyle farklı olduğu ortada. Başbakan Erdoğan ikinci anlayış biçimini benimsediğini söylüyor, bu da bana göre kaybedilen bir siyasal kimliğin yeniden kazanılması noktasında yazılmış senaryonun bir parçası.
Kadına kürtajı yasaklamak, asıl bu bir cinayettir bana göre, kürtajın yasak olduğu ülkelerde kadınlar, sağlıksız koşullarda, ilkel yöntemlerle düşük yapmak zorunda kalıyorlar ve Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre, her yıl 80 bin kadın yaşamını yitiriyor. Birleşmiş Milletler Kahire Bildirgesi, kürtajı kadının temel insan haklarından biri olarak tanımlamaktadır. Dolaysız çağdaş özde bir demokrasinin yaşandığı ülkelerde kadın özgürdür. Kadına ''Ben senden şu kadar çocuk doğurmanı istiyorum, ya da bana sormadan kocanla yatağa girmeyeceksin" demek arasında nasıl bir fark var dersiniz? Hunharca kocası tarafından öldüresiye dövülen kadına sahip çıkamıyorsak, iş arayan, insanca yaşamak için namusuyla çalışmak adına gittiği yerlerde onu bekleyen tehlikelerden koruyamıyorsak, kocası tarafından sokağa ya da fuhuş bataklığına sürüklenen kadına sahip çıkamıyorsak, bu bizim ayıbımız değil de nedir o zaman? Françoıse Sagan'ın romanında anlattığı her iki hüznü yaşarken, ağlasın kadın. ‘Günaydın Hüzün' belki de onun iç dünyasında yaşayamadığı sımsıcak sevginin nasıl yaşanacağını kendisi görür. Başkaları hain duygular içinde bunu yaşamaya çalışsa bile. Türk kadını yalnız, kimsesiz, sessiz, umutların gölgesinde bırakmış yaşamak istediklerini, hala ortaya çıkıp da kadınlarımız bizim baş tacımız demek size inandırıcı geliyor mu? Kadın üzerinden şimdi siyaset yapmaya çalışmak bana göre en büyük kurnazlık, bugün eğitim alamayan ve nereye, neden, kime, niçin oy verdiğini bile bilmeyen kadınlarımızın tayin ettiği bir Türkiye gerçeğidir bu yaşananlar. Türk kadınını İslam geleneklerini bahane ederek, dünyaya farklı resimleyerek yansıtmak yazık.
Bugün çok sayıda İslam ülkesinde Başbakan ve Başkanların eşleri daha modern görünüm içinde, ama Türkiye hala bunu aşamıyor, neden? Türkiye bu değişimi bugün aşamadığı gibi asla aşamayacak bunu biliyorum, çünkü sisteme hakim olan anlayışın öfke, kin ve düşmanlık duygusunu atamadığı sürece Türkiye'de çağdaş değişimden söz etmek mümkün olmayacak, 2023 hedefi de sanırım bu yolda yaşanacakların bir parçası olmalı. Türkiye şu an içine düştüğü tıkanmayı aşamayacak ve daha da bu çarkın içinde kalmaya devam edecek. Eleştiriye bile tahammül edemeyen bir siyasi anlayışın altında ben şahsen değişim adına düşüncelerimi paylaşmaktan bile korkuyorum, özgürlükten özgürce yazmaktan paylaşmaktan bahsedenlere, şu anda aylarca tutuklu kalmış onlarca insanın, yazar, gazeteci, bilim adamı, düşünen, yazan aydınların geleceği adına nasıl bir gelecekten bahsedebilirler acaba?
Günaydın Hüzün dedim, ama yazdığım sürece başka hüzünlerin yaşanmasını istemedim, kendi ülkemde insanlar yaşamasın acı veren hüzünleri. Bu yazıyı yazdığım sırada Türkiye'nin bir savaş uçağının düşürülmesi sorunu yaşandı, öncelikle kabul edilir bir olay değildir yaşananlar, ancak dilerim bu Suriye'ye saldırma konusunda ABD'nin Türkiye'yi maceraya sürükleme senaryosunun bir parçası olmasın. Ancak burada özellikle altını çizmek istediğim, sakın ola ki Türkiye'yi başkaları istiyor diye uçurumun kenarına sürüklemeyelim. Dilerim bu gerçeği sisteme hakim olanlar benden daha iyi biliyorlardır. Türkiye felaketi ve hüznü bir arada yaşamayı değil, Atatürk Türkiye'si olarak kalmayı hak ediyor.
Prof. Dr. Levent Seçer