Bölük Pörçük
Bu gün yazımın belli konusu yok. İçimden geldiği gibi kalemimin paşa gönlünün istediği gibi yazacağım.
Belki suya sabuna dokunarak, lafları dereden tepeden aşırtarak da yazabilirim… Ama kesinlikle, sorunlar yumağına, sarılmadan güzellikten, sevinçten, dostluktan yana ne varsa bu yazımın içine girecektir emin olun.
Geçen gün eski bir film seyrediyorum; Polis olmaya düşleyen bir bekçinin, amirinden dileğinin gerçekleşeceği müjdesini alır almaz, dostlarıyla paylaşmak için mahallesine koşması… Köşedeki çalgıcı çocuğun akordeondan çıkan nağmelerin eşliğinde, kahveciyle dans edişine ağladığımı fark edemedim bile…
İlk kez, bir bekçi ve iki erkeğin sokak ortasında dans etmesine şahit olsam da garipsemedim de.
Üstelik bu olağanüstü sahneyi düşünen senaristi de yürekten kutlayıp tebrik ettim.
Düşünsenize bu güne kadar seyrettiğimiz Türk filmlerindeki bekçiler gerçeğe uygun olarak, esmer pala bıyıklı olmaz mı? Dans etmek gibi bir modernliği onlara hiç yakıştıramayız. Bir de sokak ortasında bir erkekle dans etsin…
Yaşama sevinç katabilmek, isteklerimizin ne olursa olsun gerçekleştiğini görmek, kendimizdeki güven duygusunu uyandırıyor…
Tamamen soyut, varsayımlara bile dayandıramadığımız düşlerimizin somutlaştırarak maddi ölçülerde de hüviyet kazanması…
Büyük nehirlerin denize kavuşurken yayılarak oluşturduğu deltalarda toprağı bereketlendirmesi gibi sabrımızda derinleşerek, duygu ve düşüncelerimiz vasıtasıyla bizde var olanlara da ulaşarak su yüzüne çıkmasını sağlar.
Böyle halde fütursuzca açabilmek, duygumuzu dışa taşırıp gizleyememekse oyunun kuralı olsa gerek Çünkü biz insanlar, üzüntü ve acıyı istersek içimize ölü gibi gömmeyi başarabiliyoruz.
Sevinç ise bir yol bulup dışa fışkıran bir petrol damarındaki tazyikle çevreye yayılıveriyor…
O sahnede beni duygulandıran bu olmalı…
Sabrın meyve vermesi, ruhsal bir hasadın gelmesi, kıraçlığa son verip geleneksel bağbozumu şenlikleriyle gönlümüzü yepyeni düşlere hazır etmesinin coşkusunu yaşamak…
Ruhsal bir gerçeği elle tutarcasına bilmek, güce kavuşmak…
Ve bu yeni durumdaki şaşkınlığı "bu güzellik bile olsa" atlatabilmek içinde dostlarımızın gönlüne sığınarak, onların hoşgörüsü ve şefkatiyle içimize sindirebileceğimizi biliyoruz.
Hani sevinçler paylaşarak büyürmüş ya!
Bizim büyük sevinçlerimizde dostlarımıza sunuldukça hazmı rahat bir lokma haline geliveriyor.
Bu sahneden sonra iç geçirmedim desem yalan olur. Çünkü nicedir memleketimin kahvehanelerinde futbol maçları hariç böyle sevinç çığlıkları duyulmuyor.
Mahalledeki insanları düşündüm. Birbirimizi rahatsız etmemek için mesafeli ve ölçülü tebessümlerle merhabalaşarak, nazik, terbiyeli olmaya özen gösterip, yalnız yaşamaya mahkûm bireyler olduğumuzu fark ediverdim.
Belki de bu sebeple hüzünlenmişte olabilirim.
Oysa sevincin doruk noktasında bile zarafet vardır. Düşündüm, böyle sevinçlerim genelde çok olurda şu son zamanlarda oldu mu diye?
Böyle halleri sizlerde ailenizin dışında kaç kişiyle paylaşabildiniz?
Hemen tüm tanıdıklarımın gönlüne selam yolladım. Onların varlığına şükrettim ve onlarla nasıl güçlendiğimi yeniden hissettim.
Güçlü olduğumuzu bir kez daha anladım.
Akordeondan yayılan ezginin sözlerine daldım birden, dinlerken geçmişimdeki dostlarımı yanımda hissetim.
Filmin içine sanki dostlarımla kayıverdim birden…
O yıllardaki olaylara, anılara gittim. İçim bir hoş oldu…
Sanki "Geçmiş zaman olur ki hayali cihana değer" sözü benim için yaşanan bir gerçeğe dönüştü.
Sevgiyle paylaşarak mutlu kalın.