Biz Kafataslarına Mı Sevinmeliydik?
BİZ KAFATASLARINA MI SEVİNMELİYDİK?
Diyarbakır'da Sur ilçesindeki tarihi İçkale'de bulunan ve geçmişte Jandarma Merkez Komutanlığı, 7. Kolordu Komutanlığı; bilahare cezaevi, adliye ve en son olarak da JİTEM karargâhı olarak kullanılan alanda sürdürülen kazı çalışmalarında insana ait 28 kafatasına ulaşıldı.
Fırat’ın doğusu cumhuriyetle beraber katliamlardan, yargısız infazlardan, kurtulmadı. Batıdaki kazılardan çıkan lavların, bombaların özellikle bölgemizde nasıl bir vahşete yol açtığını şimdilerde çıkan kafataslarımızdan görüyor, anlıyoruz.
Kimi kaynaklar Türkiye'de 17 bini aşkın insanın masum bir şekilde ve çoğu mahkemede beraat ettiği halde adliye kapılarında bekleyen Beyaz Toroslara bindirilip faili meşhur-meçhul cinayetlere kurban gittiği belirtiliyor. Bunlardan bir kısmının asit kuyularına atıldığı, bazılarının toplu mezarlara gömüldüğü itirafçıların itiraflarından anlıyoruz. Bugüne kadar 12 toplu mezar kazısı yapıldı. Bu kazılarda, toplam 162 kişinin cesedi çıkarıldı ve teşhis edildi. Türkiye’de halen hakkında başvuru yapılan ve kazılması istenen 255 toplu mezar gerçeği var. Bu mezarlarda ise, 3 bin 274 kişin olduğu ifade ediliyor.
İçkale’de bulunan 28 kişiye ait kafatası ve kemiklerin de Adli Tıp’a gönderildiği açıklandı. Birçok olay, bu kurumun bürokratik işleyişinde kaybolabilmektedir. Bir-iki haftalık sürede kemikler üzerinde kimlere ait olduğu, ölümlerin nasıl gerçekleştiği ve hangi dönemden kaldığına dair raporları hazırlayabilecek bir donanıma sahipken; haftalar geçmesine rağmen maalesef ortada henüz bir raporun olmaması kaygı vericidir. Üzerinde durulması gereken diğer bir husus da alınan gizlilik kararıyla aramalara kayıp yakınlarının dâhil edilmemesi ve aramaların yavaş yürütülmesidir. “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma” adına, teknik ekipman sokulmasına izin verilmemesi ise utanç vericidir. Bu durum kazıların adeta toplu iğneyle yapılmasını beraberinde getirmektedir. Burada kültür ve tabiatın insandan daha değerli addedildiği gibi vahim bir durumla da karşı karşıyayız. Yakınlarını kaybeden ailelerin daha geniş bir bölgede ve daha hızlı aramalar yapılması talebinin de kabul edilmemesi kazıların selameti açısından bizleri kaygılandırmaktadır.
İnsanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamında değerlendirilmesi gereken zorla kaybedilme Türkiye’de, yakın geçmişe kadar da sıkça başvurulan bir yöntem oldu. Bu yöntemin en fütursuzca uygulandığı yer yıllarca OHAL koşullarında yönetilen Kürt illeri, uygulayanlar ise JİTEM oldu. Son iskeletlerin JİTEM karargâhında çıkmış olması bölge insanının karşı karşıya kaldığı vahameti gözler önüne sermektedir. Anılınca, kanın, gözyaşının, Beyaz Toros’un, çözümsüzlüğün, asit kuyularının, işkencenin, rantın, çetenin, infazın ve daha vahimi devletin akıllara gelerek korku ve endişenin anlaşıldığı JİTEM’in bu toplu mezarların arkasında olduğu ve bu uygulamaları devlet adına yaptığı sır değil artık.
Kürt illerinde görev yapan komutanların sıkıyönetim ve OHAL şartları gereği geniş yetkilerle donatılmış ve her türlü hukuksuzluğu bizzat yönetmişlerdir. JİTEM’in infaz timlerindeki itirafçı, korucu gibi sivil unsurlar ise o yıllarda sayısı 10 binli rakamlara ulaşan kayıpların sorumluları arasında zikrediliyor. Ve bunlardan bazıları itiraflarda bulunuyor; yer gösteriyor, isim veriyor, faaliyetlerin devam ettiği gerçeğini haykırıyor.
JİTEM’in bir başka versiyonu olan Ergenekon konusunda operasyonlar yapıldı. Bu yapıyla bağlantılı olarak yerlerden adeta silahlar fışkırdı ve bulunan silahlarla eş zamanlı olarak çok sayıda kişi tutuklandı. Oysaki Ergenekon’un asıl ürediği ve meşruiyet bulduğu yapı JİTEM olmuştur. Bu gerçeğe rağmen itirafçıların itiraflarına da yansıdığı üzere 150 kişi olarak da ifade edilen birçoğu aktif olarak görevlerinin başında bulunmaktadır. Bu korkunç gerçeğe rağmen Ergenekon’a olduğu gibi bu kanlı yapının üzerine neden gidilmemektedir?
JİTEM’in ne olduğu, ne amaçla kurulduğu, ne türden faaliyetlerde bulunduğu, subay, astsubay, itirafçılarının bu cinayetleri neden ve nasıl işledikleri, dönemin MGK’sının, kuvvet komutanlarının ve yargısının katkısının ne düzeyde olduğu gibi hayati soruların muhatabı öncellikle hükümettir.
Ergenekon’un -ki devletin kendi derinliklerinde besleyip büyüttüğü bir örgüttür- Fırat’ın doğusundaki ayağı olan JİTEM’in cinayetlerinin üzerine gidilmemesi halinde oluşacak olan vebale ortak olmayıp, bilakis bu vebali işleyenlerden hesap soracağımızı deklare ediyoruz. Keza her hal-u kârda JİTEM’den hesap soranların destekçisi olacağımızı buradan duyuruyoruz.
Meclis’te kurulacak bir komisyonla tüm faili meçhuller aydınlatılmalıdır. Hükümet bu vahşetlere ortak olmak istemiyorsa, bulunan tüm kafatasların faillerini bulmalı, JİTEM bataklığını hızla açığa çıkarmalı, kurutmalı ve hesap sormalıdır.
İnsanlık onuru için tarihle yüzleşmek adına bu vahşetlerin ifşası ve sonraki nesillere ibret teşkil etmesi için TBMM’nce Hakikatler Komisyonu oluşturulmalı, bu komisyon tam yetkili kılınarak geçmişteki karanlık olayların aydınlatılmasına imkân tanınmalıdır.
Böylece yıllardır kayıp çocuklarının fotolarıyla devletten çocuklarının bulunmasını isteyen Cumartesi Annelerinin de yüreğine sur serpilsin.