“Biz” Deyince ne Anlıyoruz?
İnsanın kendini tanımlama girişimi (haddini bilme), temel varoluş gerekçesini oluşturuyor.
Tanımlama, ancak kendine kıyas edeceğin, kendine mihenk edineceğin bir unsur olduğunda beliriyor.
Kendimizi ne ile ve neye göre tanımlıyorsak o kadar kıymet arz ediyoruz demektir.
Kendimizi karşısında veya yanında konuşlandırmak suretiyle tanımlamaya çalıştığımız şeyin niteliği, bizim ayar ve kırat ölçümüzü ortaya koyar.
Bu kertede acze düştüğümüzde, kendimizi tanımlamak ve anlamlandırmak için bir “öteki” icat etmek durumunda kalıyoruz.
İcat ettiğimiz “öteki”nin karşısında “biz” veya “ben”imizi kurmaya çalışıyoruz.
Geniş ölçekte, bir toplumsal kimlik yoksunluğu içinde isek veya bir toplumsal kimliğin yaygınlaşmasını isteyen iktidarın sahibi isek, karşımızda varsaydığımız bir “öteki” ile “biz”i kuruyor ya da pekiştiriyoruz.
Globalizm'in kendini merkeze alarak mihveri dışındaki özgün unsurlara “mahalli” demesi ve “öteki” olarak ilan etmesi kendi iktidarını ve kimliğini pekiştirmesinden başka bir şey değil.
Bunun yanında, tıpkı Coca Cola ya da Pepsi firmalarının, reklamlarında yöresel unsurları kullanarak kazançlarına kazanç katmaları örneğinde olduğu gibi globalizm, ötekini içselleştirmek suretiyle iktidarını zindeleştirme yolunu da tercih edebilir.
Bu tipik bir Hıristiyan batı uygarlığı refleksidir: Batı, Hıristiyanlığın Roma'ya teslim olduğu zamandan beri (bu durum genellikle Roma'nın Hıristiyanlığa teslimiyeti olarak algılanır) Kilise'nin tanrı devleti'ni (civites dei) temsil eder duruma gelmesiyle birlikte, kendi içinde “öteki” olarak gördüğü ayrıksı unsurlar karşısında “bükemediğin eli öpeceksin” kabilinden daima “öteki”ni içselleştirme davranışını sergilemiştir.
Modern zamanlarda eşcinsellik problemiyle baş edemeyen kilise, eşcinsel rahipler türeterek bu “öteki” problemini aştığını iddia etmemiş midir? “Bakın Hıristiyan bir homoseksüel olabilirsiniz, yeter ki kiliseye gelin” demeye gelen bir refleks.
“Biz” deyince ne anlıyoruz? Biz'in içini ne ile ve nasıl dolduruyoruz? Biz'in içinde Ben'e nasıl bir konum tayin ediyoruz?
“Biz”; bizim mahalle, bizim takım, bizim parti, bizim ırk, bizim toplum, bizim şirket, bizimkiler vs.nin ötesinde başka bir anlam ve çağrışım uyandırıyor mu?
Kimliğimizin içini dolduran aidiyetleri birbiri içinde nasıl uzlaştırıyoruz? Yoksa bir tek aidiyetimiz koskoca kimliğimizin belirleyicisi mi oluyor?
“Biz” deyince, ayağımızın altındaki bir toz zerreciğinden uzak galaksilerdeki bir yıldıza, Yeni Gine'deki bir yerliden bir elma kurduna kadar bütün kainatı kucaklayan ve cümle alemi bir ‘mahlukat kardeşi' olarak idrak eden bir vizyonu kaç kişi taşıyor?
Kaç kişi sanal bir “öteki”, bir öcü peydahlamadan kendini bu insani ve universal dinamiklerden hareketle tanımlamaya kalkışıyor? “Ben”ini, topuğu aşmayan bulanık suların savaşımında aramayıp okyanusa açılan kaç ama kaç kişi var Allah aşkına?
Bir “yaradılmış/yaradılıyor” olma noktasında her şeyle ve her şeyde paydamızın ortak olduğu kesin.
Yaratıcılıktan ve bir tanrı olmaktan uzaklık konusunda hepimiz eşitiz.
İhtiyaçlar ve acizlik konusunda da bir o kadar denkiz. Öyleyse beni bir Aborijin'den, bir Musevi'den ayıran nokta, bir Yunanlı'yı bir Türk'ten ayıran nokta, bir elma kurdunu bir insandan ayıran nokta mahluk olma ortak paydasını göz ardı eden tarihi ve kültürel tanımlamalardan ibarettir…
Eğer bir “öteki” varsayılacaksa, bunu belirleyen kriter, kendini mahlukiyet ortak paydasında görüp görmemek gibi dikey bir düzlemde aranmalıdır. Bir elma kurdunun elbette böyle bir sorunu yok. O zaten varoluşun korosunda bir mahluk olduğunu hal diliyle haykırıyor.
Ama kendini değişik “biz” kalıpları içinde donduran insanın en başta bir mahlukiyet bilinci ile yaşayıp yaşamadığında düğümleniyor mesele.
Bana göre, öteki, kendini öte'den koparan kendini bura'nın koynunda avutandır.
Ben, tüm zerrelerimle bütün aleme raptolmuş, öte'de bir yerlerde ruhunu gezdirmek isteyen bir Biz'im.
Budur benim yalın sıfatım, budur benim Ben'liğim.
Böyleyken böyle...
Not: Van'ın Başkale ilçesine geçen sene açılan İmam Hatip'e öğrenci ve veli seminerleri, imza ve söyleşi için gittiğim iki gün öncesinde özü güzel, sözü güzel dost ve kardeşlerden (Kerim hoca, Kenan hoca, Sadi bey, Merve hoca, Aslı hoca, Veteriner kardeş başta olmak üzere) dinlediklerim esnasında kafamın içi hep yukarıdaki düşüncelerle tekrar uğuldadı. Hoşab kalesinin eteklerinde ‘Kürt ve Türk ötekileştirmesinin' derin boyutlarını yeniden duyumsadım…
Yusuf Özkan Özburun-Haber 7