Biyoteknoloji Rusya’nın Aklı Yeni Başına Geldi!
2012-2015 ve 2016-2020 yılında iki aşamada uygulanacak programın toplam bütçesi 1,18 trilyon ruble olarak ön görülmüştür. Bu bütçenin biyoteknolojinin öncelikli alanlarına dağılımı şu şekilde belirlenmiştir:
Ø Biyoenerji sektörü: 367 milyar ruble,
Ø Endüstriyel biyoteknoloji: 210 milyar ruble,
Ø tarım ve gıda biyoteknolojisi: 200 milyar ruble,
Ø biyomedikal: 150 milyar ruble,
Ø biyofarmasötik 106 milyar ruble,
Ø deniz biyoteknolojisi: 70 milyar ruble,
Ø orman biyoteknoloji: 45 milyon ruble,
Ø çevre biyoteknolojisi: 30 milyar ruble.
Bu programla Rusya, bilgiye dayalı biyoekonomiyi devreye sokarak temel ekonomisinin performansını artırabileceğini savunmaktadır.
Şu ana kadar Rusya’da neredeyse modern biyoteknolojiden yararlanarak ne kurağa, ne hastalık ve zararlılara ve ne de diğer olumsuz çevre koşullarına dayanıklı herhangi bir hat veya çeşit tescil edilmiş değildir. Yine bu bağlamda birçok ülkenin öncelik verdiği, yabancı ot savaşında fazla ilaç kullanımını azaltan “yabancı ot ilacına dayanıklı” çeşit geliştirmeye de rastlanmamıştır. Bu nedenle tarımsal üretim maliyetleri diğer ülkelerden yüksek olmakta ve Rusya tarımsal ürün kulvarında diğer ülkelerle rekabet edememe durumuna düşmüştür. Tarımsal biyoteknolojinin kullanımı ile hızlı bir ıslah tekniği devreye girebilecek ve böylece üreticinin gereksinim duyduğu çeşitler tescil edilebilecektir.
Aslında, yukarıdaki haritadan da anlaşılacağı gibi (http://blog.milliyet.com.tr/gidakrizivebilim), Rusya‘da, küresel ısınmanın 2050 yıllarında beklenen olumsuz etkilerin gözlenmeyeceği tahmin edilmektedir. Bazı yörelerde %35’lik verim artışları dahi beklenmektedir. Fakat bu ülke, tüm dünyada hızla benimsenen transgenik çeşit geliştirme konusunda daha fazla zaman kaybetmek niyetinde değildir. Çünkü: Hindistan biyotek pamukla son altı yılda ekim alanını ikiye, üretimini üçe katlamış, Çin kullandığı biyotek tohumluğun yarısını kendi geliştirmiş ve teknoloji ihracatına başlamış, GDO pamuk sayesinde, yıllık tarımsal ilaçlama esnasındaki ölümlü kazalarını da 250’ den 50’lere düşürebilmiş, Dünya MUZ’un yakalandığı bakteriyel hastalıktan kurtuluşu biyoteknolojide bulmuş, Avrupa elma kara leke hastalığı için biyoteknolojiye sarılmıştır.
Türkiye’de ise 2010 yılında yürürlüğe giren Biyogüvenlik Kanunu’na göre GDO ürünlerin yetiştirilmesi yasaklanmaktadır. Halbuki TUBA’nın (Türkiye Bilimler Akademisi) Temel Bilimler Öngörüleri çerçevesinde bir GDO üretim ve araştırma merkezi açılacak, stratejik kültür bitkilerinin en az birinde tuz ve kuraklık stresine toleranslı transgenik bitki geliştirilmiş olacaktı!
Yarınlarda Türk üreticisinin rekabet gücü açısından Rusya’yı örnek almamız gerekmez mi?” 15 yıldır ticareti gerçekleşen GDO’lu ürünlerle ilgili olarak Türk toplumunun, özellikle aydınlarımızın yeteri düzey ve biçimde bilgilendirilmemiş olmasının vebali bilim adamlarının ve tarımsal Sivil Toplum Kuruluşların aittir. Yıllardır gelişmiş veya gelişmekte olan birçok ülke çiftçisi, tohumcusu, yem-et sanayicileri hatta tüketicisi transgenik ürünlerin avantajlarından yararlanırken, Türk toplumunu, söz konusu artılardan uzak tutmakla kime hizmet edilmeye çalışılmaktadır? (http://nacikgoz.wordpress.com/).
.
Özellikle AB üyesi ülkelerin son yıllarda tarla denemeleri aşamasına getirdikleri onlarca transgenik ürün gelecekte üreticilere ulaştığında, en azından maliyet düşüklüğü nedeniyle rekabet şanslarını artıracaklardır. Sonuçta bu ürünleri veya bu ürünleri mamul maddeyi (örneğin et!) dönüştürebilen ülkeler dünya piyasalarına hâkim olacaklardır. GDO karşıtları Türkiye’nin bu ürünlerin hammadde olarak ithalatına dahi izin verilmemesini talep etmektedirler. Hâlbuki özellikle düşük maliyeti ile biyotek soya ve mısır yem sanayi tarafından tercih edilir. Bunları ithal etmediğimizde hangi fiyatla dünya “yem – et” piyasasına girebilirsiniz? Daha da öteye, bu fırsattan yararlanamazsınız gelecekte iç piyasalarda dahi yabancı ürünlerle rekabet edemez, pazarı yabancılara teslim etmek zorunda kalabilirsiniz!
Türkiye GDO’ ya olumsuz yaklaşırken adeta ayağına kurşun sıkmaktadır. Şu sıradaki “GDO’ya hayır” yaklaşımı ile Türkiye, acaba GDO’larla ilgili bilimsel çalışmaları da engellemiş olmuyor mu?
Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz (http://blog.milliyet.com.tr/gidakrizivebilim)