Birtakım Romantik Konular
Ruhuna tecavüz etsem kızar mısın? Alışıldık bir soru değil bu, biliyorum. Aslına bakarsan son derece de mütevazı bir soru ve -arkasında niyet. Çürüyecek olan her şeye atfettiğimiz değerler ne kadar da can yakıyor hep. Can yakıcılığının sebebi hikmetinin tezahürü, azı çok sanıyor oluşumuzdan ileri geliyor olabilir. Fakat koku hep başka yerden geliyor. Çürüyor bir ceset. Mesela cesedim. Sen ise öbür yana bakıyorsun. Hoş ki, koku bu, koku tarafına baksan ne olur. Etsem kızar mısın? Bu, etmediğimiz anlamına gelmez. Namussuzca bir soru da değil. Üç-beş kelime önce söyledim. Yani ola ki Ruh Tecavüzcüsü Coşkun'um ben. Hayvani bir ekol oldu örnek ama çağrışımı etkili olsun diye söyledim. Fakat bir film karakteri de olmayı ihmal etmeden, izafirik düzlemde, ruha biraz tebeşir tozu üflediğimizi varsayarak. Varmışız yani. Bu şekilde. Ruhunu bırakmıyormuşum
Öylesine yani...
Bugün çok düşündüm. Düşünmekten de öte yaşadım. Oluyormuş yani olay. Sensiz bir şekilde başladım güne. Umuyordum ki seni göreyim. Günlük güneşlik bir hava vardı dışarıda. Dağlar tepeler karlı. Soğuk da zaten o karların soğuklarıydı. Sanki işim varmış gibi terminale gittim yürüyerek. Bekledim. Perhizimsi bir şeye başladığım için bir simit yedim. Bir çayla. Bekledim. Bekledim. Kimse gelmedi. Bu gayet normaldi. Her bekleyene biri mi gelmeliydi. Zaten kimseyi beklemiyordum ki. Ne de ben gidecektim. Sevgililer geçti önümden. Issızlıklarda kayboldular. Yürüdüm sonra ırmak kıyısında. Dilek şişelerini hatırladım. Sana da söyledim. Değil mi?.. dedim. Böyle şeyler vardı eskiden. Okyanusları dolaşırdı bir küçük kâğıt parçası bir şişe içinde. Gitmek bu kadar zorken her yere, hatta iki adımlık mesafede diğer şehirlere bile, bir gönül nereleri, hangi dilleri, hangi umutları dolaşırdı, ne büyük dünyaydı o zamanlar dünya ve de gönüller. Kıyısında yürüdüğüm ırmak. Restorasyonlar, ağacımsı beton banklar, "golden gate " öykünmeli köprüler..hiçbir insan yalanı ırmaktan akan şehrin tüm bokunu gizleyemezdi. Sana yalan söyleyemezdim. Nerdedir kim bilir benim bıraktığım o dilek şişesi de..ne olmuştur kim bilir, dediğinde , ben de sana, nerde olacak, olsa olsa şu boklu ırmaktadır demiştim. Zamanın bu ırmağa tek faydası bu. Ne kadar fayda ise.
Kırıtması kıçına yakışmayan genç kızlar geçti. Dikkatimi celp etmeye bu kadar hevesli olmasalar bakmazdım kesinlikle. Fakat gerçekten yakışmıyordu. Ben kenarında yürüyorken ırmağın. Hamburg'lu bir amca oturdu sonra; benim de, yorulduğumu varsayarak oturduğum beton banka. Dolaştık biraz Hamburg'da. Bir on sen olmuş; bir kere gitmiş. Büyük oğlunun karısı Almanmış. Gitmiş de yıllar önce, neler çektirmiş bu Hamburglu cadaloz alaman kadın, amcaya. Ne kadar da yaşlı. Karısı ölmüş çoktan. Bir hayırsız, diyemediği oğlunun yanında kalıyormuş Turhal'da. Amasya'lıymış. Aksi gibi, tam duymayan kulağımın olduğu tarafa konuşuyor harılımsı harılımsı. Derdi biriktirmiş dağ etmiş belli. Falan köyündenmiş. Kulağımın demesine göre öyle. Yukarı falanca mı aşağı falanca mı? diyecekken yorgun gözleri engellemese cıvık bir laf çıkacaktı ağzımdan. Ölmek ister gibi bir hali var. Vuruyor da vuruyor Turhal'daki oğlunu yerden yere. Yukarı Falan köyünde de işleri varmış. Bir yandan hökümet bir yandan hayırsız oğul..dolanır dururmuş Turhal'da. Köprüden geçerken öte tarafına Turhal'ın, dilek şişelerimizin saplandığı ırmak akıyordu. Yırtık ve kirli donlar, kağıt gemi sandığım kağıtlar ve hayvan leşleri ile birlikte. Tükürmüşler de. Kendi ettiğinin üstünden geçen hayatlar. Dönüp dolanıp gelmişiz buralara. Dönüp dolanmışız, bulmuşuz nasiplerimizi. Bir de kırıtması kıçına yakışmayan kızlar, puşt suratlı ergenler, boklu ırmak. Taşan bir ırmak bu. Dilekler kayıp.
Bir bebek ağladı, sonra. Henüz ırmağın kenarının başıydı. Anası sürüyor bebeğin arabasını. O yapmış belli. Arabasına kurulmuş dudağını burmuş anasına bile bakmıyor. Anasının yüzüne benzemiyor yüzü. Öyleyse, muhtemelen kadının kocasının yüzü gibi bebeğin yüzü. Suratsız. Daha şimdiden Hamburglu amcaya merak mı saldın? Ya da bana mı? Ya da sana mı merak saldı sevgilim,bu? Teni gül'üm. Gülleri sevmem hiç. Sen olursan belki, derim. Saplandık mı yoksa? Tutmadı mı dileğimiz? Ya pekii, bu çocuğun ne işi var burada? Ağlamakla iyi etti ama. En azından, ağladı...